Geçtiğimiz günlerde Nusaybin’de sivil toplum kuruluşlarının, muhtarların ve vatandaşların bir araya gelerek yaptıkları “sağduyu çağrısı”, içinden geçtiğimiz karanlık süreçte umut veren bir gelişme oldu. Artan silahlı saldırılar ve can kayıplarına karşı toplumun ortak bir sesle “Yeter artık!” demesi, şüphesiz ki küçümsenmeyecek bir adımdır. Çünkü bir toplum, susmayı bırakıp acıyı dile getirdiğinde, çözüm için de ilk kapıyı aralamış olur.
“Silahlar sussun, kardeşlik kazansın” çağrısı sadece Nusaybin için değil, özellikle Batman gibi benzer sorunları yaşayan tüm şehirlerimiz için geçerlidir. Hepimiz biliyoruz ki Batman, bireysel silahlanmanın, husumetlerin, hatta kan davalarının halen sürdüğü bir şehir. Üstelik bu olaylar artık sokak ortasında, çocukların gözleri önünde yaşanıyor. Normalleşmemesi gereken şeyler, sanki hayatın olağan bir parçasıymış gibi içselleştiriliyor. İşte bu gidişata dur deme vakti geldi de geçiyor bile.
Bu noktada en büyük sorumluluk; kanaat önderlerine, sivil toplum kuruluşlarına, meslek odalarına ve yerel yönetimlere düşüyor. Çünkü şiddet, sadece polisiye tedbirlerle, yargı kararlarıyla veya birkaç tutuklamayla önlenemez. Şiddetin beslendiği sosyolojik, psikolojik ve kültürel kaynaklara inmek gerekir.
Birbirimize dönüp şu soruyu sormalıyız: Neden gençlerimiz silah taşıyor? Neden anlaşmazlıklar konuşarak değil, kurşunlarla çözülmeye çalışılıyor? Ve neden biz büyükler, bu konuda yeterince inisiyatif almıyoruz?
Batman gibi şehirlerde, silah taşımanın "erkeklik", "güç", "korkutuculuk" gibi yanlış anlamlarla özdeşleştirilmesi, gençlerin hayata bakışını da çarpıtıyor. Bu algıyı tersine çevirmek zorundayız. Silahsız olmanın bir zaaf değil, bir erdem olduğu anlatılmalı. Özellikle gençlere, "güçlü olan öfkesini kontrol edebilen kişidir" anlayışı her platformda öğretilmelidir.
Silahsızlanma meselesi sadece bireylerin vicdanına bırakılmamalı; sistematik ve örgütlü bir şekilde ele alınmalıdır. Taşıma ruhsatlarının keyfi verilmesinin önüne geçilmeli, ruhsatsız silah satışlarıyla ilgili denetimler artırılmalı. Bunun yanında, silahların toplandığı, barışçıl çözümlerin teşvik edildiği kampanyalar düzenlenmeli. Tıpkı Nusaybin’de olduğu gibi Batman’da da sivil bir barış inisiyatifi kurulmalı.
Şehrimizdeki kanaat önderleri, ileri gelen aile büyükleri, imamlar, öğretmenler ve toplumun her kesiminden sözü dinlenen isimler bir masa etrafında toplanmalı. Valilik, emniyet, jandarma gibi kurumlarla eşgüdüm içinde çalışarak, şiddetin kökünü kazıyacak somut adımlar atılmalı. Belki de bu amaçla bir “Toplumsal Barış ve Uzlaşı Platformu” kurulabilir.
Bir başka mesele de unutulmamalı: Toplumsal hafızada derin yaralar açan kan davaları. Batman'da hâlâ süren onlarca aile husumeti var. Bu husumetler, çoğu zaman genç kuşaklara da miras bırakılıyor. Barış elçilerinin devreye girmesiyle bu tür davaların sonlandırılması, hem toplum psikolojisi açısından hem de geleceğimiz adına büyük bir kazanım olacaktır.
Şiddetin olduğu yerde huzur olmaz. Şiddetin olduğu yerde ne ekonomi gelişir ne eğitim ilerler ne de sosyal barış sağlanır. Bu yüzden mesele sadece birkaç kişinin problemi değil; hepimizin ortak sorunudur. Bugün bir başkasının canı yanar, yarın bizim ya da sevdiklerimizin… Herkesin “Bana ne” demekten vazgeçip elini taşın altına koyması gerekir.
Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: Medyanın, özellikle yerel basının bu süreçte oynayacağı rol çok önemli. Şiddeti meşrulaştıran, kahramanlaştıran söylemlerden uzak durulmalı; barışı, diyaloğu ve uzlaşmayı yücelten haberler yapılmalı. Sorunların çözümüne katkı sunan her çaba, medya tarafından görünür kılınmalı.
Toplum olarak yeniden birbirimize güvenmeye, konuşmaya, anlamaya ihtiyacımız var. Farklılıklarımızı zenginlik olarak görmeyi yeniden öğrenmeliyiz. Çünkü hiçbir silah, bir çocuğun gülüşünden, bir annenin duasından, bir kentin huzurundan daha değerli değildir.
Geliniz, bu çağrıyı sadece bir yazı değil, bir başlangıç olarak kabul edelim. Batman için, bölgemiz için, ülkemiz için.
Silahlar sussun.
Kardeşlik kazansın.
Hoşça kalınız.