İçgüdüleri değiştirmek veya düzeltmek, elbette ki çok güçtür. Kant, “karakterimizi doğrudan, kendiliğinden edindik. Bu durumdan geri de dönülmez… Kötü kökenli mizaç, kurallarla zapt edilememiş tabiatın bir neticesidir” derken, aynı şekilde Schopenhauer de, “karakterin sabit ve değişmez olduğunu” söyler. Normal bir anneden çocuk sevgisi ve şefkati silinemez. Kedi fare tutmaktan vazgeçirilemez. Gerçek anlamıyla iyi insan, terbiye kumaşından dikilmiş süslü bir elbise değil, iç yüzü ve hamurunun mayası ile insandır. Terbiye sadece huyların kötüsünü perdeler. Ve kişinin iç yüzünü değiştirmez. ‘Altın semer vursan da eşek, yine eşektir.’ ‘Kurt yavrusu insanlarla birlikte büyümüş olsa bile yine kurt olur.’ ‘Huy canın altındadır. Can çıkmayınca huy çıkmaz.’ ‘İnsan iyi ve kötü huyları ile beraber doğar, bunların iyilerinden faydalanır, kötülerini de hayatı boyunca semer gibi sırtında taşır.’ gibi mazeretler ileri sürerek İnsanoğlu, kötü alışkanlıkların pençesine mahkûm mudur?

Buna karşılık alışkanlıklarımızı değiştirmek, sağlam bir terbiyenin rehberliği ile bunları yönlendirmek, özellikle kötü alışkanlıklara başlayıp saplanmamak daima elimizdedir, iyiliğe götüren ve başarıya yarayan iyi alışkanlıklar elde etmemiz daima mümkündür, deyip mücadele etmekle mükellef midir? Karakterin homojen bir blok olduğu inancı yüzeysel bir gözlemden ibarettir. Galen, “Bazı insanların doğası iyiyi gerektirir ve hiçbir yönle onlardan ayrılmazlar, bunların sayısı azdır. Bazı insanların doğası da kötüyü gerektirir ve hiçbir yönle iyiyi kabul etmezler, onlar da çoktur. Geriye kalanlarsa ortada olup, iyilerle oturup kalkarak iyi, kötülere karışmakla kötü olurlar” derken değişimi kısmen kabul ediyor. Binaenaleyh karakter birçok etkenin neticesidir. Yaşayan insanların gözlemleri Kant’ın ve Schopenhauer’ın naif teorilerini alaşağı etmeye yeter.

Değişmez karakter mevzusunu bir kenara bırakalım, çünkü zaten ayakta duracak hali yok. Aristoteles, Kötüler, eğitim ve öğretimle iyi olurlar” demiş sonraki filozoflar “Her bir huy değişimi kabul edicidir ve değişimi kabul edici olanlardan hiçbiri, doğal değildir” demişlerdir. Spencer, “insan karakterinin hayat koşullarından ve dış etkenlerden kaynaklanan sebeplerle çok uzun vadede değişebileceğini” kabul eder. İnsan, yaratılışın başlangıcında bu iki hale de istidatlı olduğundan öğretmenlere, davetçilere, eğitimcilere, rehberlere ihtiyaç duyar. Dolayısıyla eğer huy tabii olsaydı akıllı insanlar çocukların eğitilmesini, gençlerin terbiyesini, onların huylarının ve adetlerinin düzeltilmesini buyurmaz ve böyle bir şeye girişmezlerdi. Nicole, “Ne ilginçtir ki insanlar her türlü eğitim için bir öğretmene ihtiyaçları olduğunu kabul ederler ancak davranış bilimlerine gelince öğrenmeye gayret etmez ve önemsemezler” demiştir.

Tusi’nin de, ifade ettiği gibi, “Nefistir, eğer ihmal edilirse bayağılığa bağlanan / Ve eğer erdemlere doğru uyandırılırsa, tutkun olan.” Çünkü çocukların ve gençlerin başka bir huyla vasıflanmış olsalar bile eğitim, ahlaklı insanlarla oturup kalkma veya onların fiilleriyle iç içe olmakla bir huy edindikleri açık olarak müşahede edilmektedir. “Kır atın yanında duran, ya huyundan ya suyundan” atasözü, kişi, kiminle arkadaşlık ederse, ondan etkilenir; onun alışkanlıklarına, düşüncelerine eğilim duyar; huyunu, gidişini kapar, onun gibi davranmaya başlar demektir.

Allah, “Herkese çalıştığının ve çabalamasının karşılığı vardır”Necm:39) demiştir. Demek ki çalışmak çabalamak, mücadele ve en iyisine ulaşmakla görevliyiz. Allah insanı yarattığı zaman, ona akıl verdi, fehm verdi; iyiliği ve kötülüğü birbirinden ayırt etmek için.(Sad:29) Kötünün hangisi ve iyinin hangisi olduğunu da kitaplar göndererek bildirdi.(Ali İmran:30) Ve kitapları insanlara açıklamak için de Peygamberler gönderdi.(Nahl:64) İyisi ve kötüsü ile birlikte, bütün huylarımız doğuştan değil, kazanılmıştır. İnsan her türlü düşünce, his ve huydan soyut fakat her çeşit huy edinmeye müsait olarak doğar. “İnsanlar vicdanla doğuyor, ama onu sonradan yitiriyor” denilmiştir.

Filozoflar, bütün insanların, fıtratlarında iyi tabiatlı olarak yaratıldıklarını, fakat sonra kötülerle oturup kalkmak, şehveti tekrarlayarak uygulamak ve eğitimden ve kötülere karşı engellenmekten yoksun kalmakla işlerin güzelini ve çirkinini düşünemedikleri bir duruma gelip, kötü tabiat kendilerinde tedrici olarak kökleşmeye başladıklarını söylerler. Hz. Peygamber’in, “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, ebeveynleri onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar”(Buhari,Müslim) hadisi, nesiller üzerinde önceki kuşağın ya da yakın ve hâkim çevrenin et­kisini, ulaşabileceği en acı boyutuyla gözler önüne serer, gele­ceğin neslini yoğurma görevinin ciddiyetine dikkat çekmektedir. Bugün dinsizlik dâhil, İslam dışı bütün inanç sistemlerini düşünebiliriz. Yine bugün anaokullarını, mürebbiyeleri, okulları ve radyo-televizyon, internet gibi ileti­şim ve haberleşme araçlarını da çocukları etkilemekte anne-babaya ilhak edebiliriz. Zira anne-baba, fonksiyonunu ya doğrudan doğruya ya da tercih ettikleri etkilenme ortamları vasıtasıyla gerçekleştirirler.

Hz. Peygamber, “Ben ancak bir muallim olarak gönderildim”(İbn Mace) diyerek, bize peygamberlik müessesesi gibi, beşer tarihinde birinci derecede rol oynayan, esas vazifesinin ne olduğunu göstermekle kalmaz, terbiyenin ehemmiyetine de dikkat çeker. “Hepiniz çobansınız, güttüğünüz sürüden mesulsünüz”(Buhari,Müslim) diyen Hz. Peygamber sadece dinin değil, sonradan elde edilen bütün bilgi, tecrübe ve alışkanlıkların da, yani insanın sahip olduğu şahsiyetin tamamının terbiye eseri olduğunu ifade etmiş olmaktadır. Sponvılle’nin dediği gibi: “İnsan ancak eğitim yoluyla insan olur; eğitim onu ne hale sokuyorsa odur insan.” Güçlü tesir odaklarına karşı yeterli tedbir alınmaz, onların olumsuz etkilerinden çocuklar uzak tutulamazsa, hadisin ifadesiyle nesillerin dinsizleşmesi beklenmeyen değil, önceden bilinen acı sonuç olacaktır. Terbiye ve ahlakın etki bakımından en verimli çağı gençliktir. Fakat bütün güçlüklere rağmen, huyların en köklüsü bile irade ve azmin ve iyi bir terbiyenin tokmağı altında ezilip erimeye mahkûmdur. Vesselam.