Mutluluğumuzun en az onda dokuzu yalnızca sağlıktan kaynaklanır. Zira neşeli bir ruh hali her şeyden önce sağlığa bağlıdır: Sağlık yerindeyse en elverişsiz, en düşmanca dış koşullar, hastalık durumunun nahoş ya da endişeli noktaya getirdiği en mutlu koşullardan daha katlanabilir görünür. İnsanın aynı şeyleri hastayken nasıl gördüğüyle sağlıklı ve neşeli bir gününde nasıl gördüğü karşılaştırılsın. Bizi mutlu ya da mutsuz eden, aslında deneyimli dışarıdan ilişkili şeyler değil bunları kavrama şeklimizdir. Ayrıca sağlık ve ona eşlik eden neşe her şeyin yerini alabilir. Fakat hiçbir şey onların yerini alamaz. Nihayetinde onlar olmadan dışarıdan gelen herhangi bir mutluluğun tadını çıkarmak mümkün değildir, bu yüzden mutluluk hasta insan için mevcut değildir. Sağlık olduğunda her şey bir zevk kaynağıdır. Bu nedenle sağlıklı bir dilenci, hasta bir kraldan daha mutludur. Sonuç olarak aptallıkların en büyüğü, sağlığını feda etmektir, her ne olursa olsun: İş için, eğitim için, şöhret için, terfi için, anlık zevkler için. Tersine: Ne var ne yoksa her zaman sağlığın ardından gelmelidir.
Bayan Thomas’ın dediğine göre, saatler boyu çalıştıktan sonra laboratuvarından evine gelen Edison’un eski divana uzanmasının bir alışkanlık olduğunu, bir çocuk gibi uykuya daldığını, mükemmel dinlendiğini, derin ve sorumsuz bir uykuya daldığını söylüyordu. Üç ya da dört, hatta bazen beş saat sonra aniden uyanıp tazelenmiş hissediyormuş ve işe geri dönmeye hevesli oluyormuş. Sponvılle, “Sağlığa dikkat etmek basirettir… Bedene eziyet etmek ne büyük bahtsızlıktır!” Peale, “Enerjinizi, şevkimizi tahrip eden, yüksek tempoda, anormal adımlarla gidiş hızımızdır. Enerjinin korunması, kişilik hızımızın, Tanrı’nın yarattığı hareket hızıyla eşdeğer olmasına bağlıdır. Eğer sizin hızınızla Tanrı’nın hızı farklıysa kendinizi hırpalarsınız. “Tanrının değirmeni yavaş olsa bile ince öğütür.” Bizim değirmenlerimizin çoğu çok hızlı öğütür, o yüzden yetersiz öğütür. Tanrı’nın ritmine uyum sağladığımızda normal bir tempo geliştiririz ve enerji özgürce akar” diyorlardı.
Kültürsüz bir kesim, bulaşıcı hastalıklardan korunmayı kaderden kaçış ve iman zaafı olarak değerlendirdiklerinden, veba bulunan yerlere gitmeye kalkışırlar. Bu açık bir hatadır. İnsanın kaderi vazgeçmediğinde değişiyor, zira “kader gayrete âşıktır” yahut gayrettir kaderin kanatları. Hz. Ömer Şam’da vebanın olduğunu duyunca, oraya gitmeyi yasaklamıştı. Kendisine; “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” denilince; “Allah’ın kaderinden diğer bir kaderine kaçıyoruz” demişti. Sebeplere tevessül haktır. Hz. Ömer’in dikkat çektiği gibi, esbaba sarılmak da kader kapsamındadır. İslam, bulaşıcı hastalıklardan korunmayı meşru görür. Hz. Peygamber “Hasta, sağlam olanın yanına gitmesin”(Buhari) “Aslandan kaçtığın gibi cüzamlı hastadan kaç”(Buhari) demiştir. Sağlığımıza dikkat etmediğimiz takdirde cahile muhtaç kalacağımızı bilmemiz lazım.
Bütün psikologlar fiziksel durumun ruh sağlığı açısından önemi konusunda hemfikirdirler. Kan dolaşımımız beynimize temiz kan pompaladığı zaman kan aklımız da hatıralarımızı ve davranışlarımızı uzun süre doğru şekilde kontrol eder. Sağlık mutluluğun, başarının hatta tüm hususların ön koşulu olmazsa olmazıdır. Sağlığımız kötüleştiği zaman ruh halimiz de ona eşlik eder ve kendini kontrol etme gücünü yitirmeye başlarız. Alexis Carrel, “Hiç şüphe yok ki yaşayış tarzımız akıl bozukluklarına sebep olur” demiştir. Bunun için sağlığımızı koruma savaşını, özgürlüğümüzü kazanmak için verdiğimiz savaşa benzetebiliriz. Bu, olsun demekle olacak bir iş değildir. Sağlıklı olmak için birçok hususa dikkat etmek, detaylar üzerinde itinayla durmak lazım gelir. Sıcağa, soğuğa, neme, havanın temizliğine, aydınlatmaya, yemeğe, spora vs. dikkat etmek şarttır. Platon, “En iyi yaratılış, gereğinden başka türlü beslenirse, orta yaratılıştan daha kötü olur.” Schopenhauer, “İnsan talihsizliğinin kendi beceriksizliğiyle apaçık yüzleşmeye çok daha iyi katlanabilir… İnsan tümüyle iradesinin tezahüründen ibarettir” demişlerdir.
İnsan sadece hayatına kıymamakla değil aynı zamanda bu hayatın kendi kastı olmaksızın elden çıkmasını önlemekle de görevlidir. Platon’un “geometri bilmeyen buradan içeri giremez” dediği gibi biz de “sağlık kurallarına uymayan buraya giremez” diyelim. Aslında sağlık kurallarına bile bile uymayanlar intihar ediyorlar demektir. İntihar bir anda olduğu ve dikkati çok çektiği için daha dramatik bir hadise olarak karşımıza çıkıyor, sıhhatini ihmal ettiği için yavaş yavaş ölen kimseler gözümüze fazla çarpmıyor. Bazı hallerde sağlık kurallarına uymak insanın maddi veya mali imkânları dışında kalabilir, ama elimizde bu imkânlar varken sıhhatimizi ihmal edersek kendi kişiliğimize karşı kötü davranmış oluruz. Harama giden yollar da haramdır. Bu yüzden intihara sebebiyet intiharın kendisi gibi sayılmaktadır.
Sağlık kurallarına uymamak halinde açıkça başkalarına da zarar verebiliriz. Bulaşıcı bir hastalığa yakalanan insan, başkalarının hayatı için de büyük bir tehlikedir. İhmalkârlıktan dolayı başkasına hastalığın geçmesine sebebiyet verenin yüzünden sıhhatini kaybettiği için mesuldür. Bu yüzden ölür veya işini kaybederse sebep olan sorgulanacaktır. Aynı şekilde, ihmalkârlık ve dikkatsizlik yüzünden sıhhatini kaybettiği için işini de kaybeden ve nefsine bakamayan insan zayıf ahlaklı sayılmaktadır. Bütün bunları hesaba katarak, oruç tutmak için zorlananlar doktorların kontrolünde olması kaydıyla, tutmayabilirler. Tutarlar da kendilerine zarar verirlerse mesuldurlar. Tutmak nasıl dinin bir gereğiyse, bu şekilde tutmamak da dinin bir gereğidir. Ramazan orucu bitimi Diyanetin belirlediği, kefareti hesaplayıp tümünü üstüste vermelidir. Vesselam.