Sabırlı davranın, sabırlı olmak gerçekten zordur, fakat huzura, başarıya ulaşmanın en önemli yollarından birisidir. Şartların imkânsızlaştığı zamanlarda, ümit ve cesaretimizi kaybetmeme duygusudur sabır! Sadece katlanmak, beklemek, pasiflik değildir. Sabır! Aktif sabırdır bize gerekli olan. Aktif sabırda, kişi hareket halinde bekler, ümidini, şevkini ve cesaretini muhafaza eder ve fikir üretir. Aktif sabır, sessiz sakin ve soylu bir davranıştır. Aktif sabırlı kişi, “senin yaptıklarını onaylamıyorum fakat evliliğimizin zarar görmemesi için bu yaptıklarına katlanıyorum” diyebilendir. Böylelikle, kişi karşı tarafın kendisini sorgulamasına neden olur ve neticeye varır, sabrederek zafere kavuşur. İnsan yapabileceklerini isteyerek yapmalı ve çekmesi gereken acıyı isteyerek çekmeli ve yeter ki sonu iyi bitsin. Bir yunan şiirinde, “İstediğimiz gibi yaşamamalıyız, yaşayabileceğimiz gibi yaşamalıyız” denilmiştir. Aklı başında kişi hoş olanın değil, acı vermeyenin peşindedir.

Eşinizin kusursuz olmasını beklemeyin. Mutluluk, yukarıya değil aşağıya bakmakla elde edilir. Yukarıya bakmak, sizi isyana, mutsuzluğa, kanaatsizliğe götürür. Aşağıya bakmak ise, şükre kanaate, huzura erdirir. Daha iyiyi talep ederken, elindekilerinin değerinin farkına varmayan kişi, zamanla her şeyden şikâyet eder hale gelir. Bu durumda, evlilik hayatında doyumsuzluğa ve dolayısıyla mutsuzluğa yol açar.

Eşler sinirlendiği zaman bağırmamaları gerekir. Bunu kontrol etmenin çok kolay olmadığını hepimiz biliyoruz. Aslında, insan öfkelenince neden bağırmak ihtiyacı hisseder. Bunun üzerinde durmada fayda vardır. Bir salih zat Dicle nehri kenarında arkadaşlarıyla gezinirken, birbirine öfke içinde bağıran iki kişi görmüş. Arkadaşlarına, insanlar neden birbirlerine öfkelenince bağırırlar? Diye sormuş. Arkadaşlarından biri, “öfkelenince sükûnetimizi kaybederiz” deyince salih zat: “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırıyoruz? O kişiye söylemek istediğimizi daha alçak bir ses tonu ile aktarabilecekken neden bağırırız” diye tekrar sormuş.

Arkadaşlarından ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birine sinirlendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir” der ve şöyle devam eder: “Peki, insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır.” Bu nedenle, eşlerden biri sesini yükselttiğinde diğeri, sakinliğini korumalıdır ki, kalpler arasında açılan mesafe çabuk kapatılabilsin. Aksi takdirde, öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yol arasanız da artık bulamazsınız. Mevlana; “Zerzevatçı bağırır, sarraf bağırmaz, / Eskici bağırır, antikacı bağırmaz, / Söyleyecek sözü, fikri kıymetli olan, bağırmaz! / Bağıran düşünemez, düşünmeyen kavga eder…” demiştir.

Öfkelenen kişi, yanlış yapmaya ve suç işlemeye çok yatkındır; çünkü öfke aklın ve vicdanın insan üzerindeki denetimini zayıflatır. Sineye öfke girince akıl baştan gider. Çıra alev almaya hazırsa, kimse onu tutuşturacak ilk kıvılcımın nereden geleceğini kolayca bilemez. Peygamberimiz öfkeyi güç ve kuvvetin değil zayıflığın ve aczin alameti olarak görmüştür. Öfke nefse hâkim olmamanın işaretidir. Nefislerine hâkim olmayanların sonu ise hüsrandır. Aman öfkelenme! Çünkü öfkelenmek neticede seni özür dileme zilletine sürükleyebilir. Müslüman, işlerini öfke ile değil, teenni, sabır ve yumuşaklıkla halletmelidir. Tolstoy, “Ateş için yağmur ne ise, hiddet için rahm ve şefkat aynı tesiri haizdir. Aksi halde rüzgâra karşı olan toz gibi kötülük sahibine rücu eder” demiştir. Hz. Peygamber, “Gazap şeytandandır, şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateş ancak su ile söndürülür. Biriniz kızdığınız zaman abdest alsın”(Ebu Davud) Sabır, musibetin ilk geldiği andadır”(Buhari, Müslim) demiştir. Öfke zaten anlıktır, o esnada insan kendine hâkim olursa, öfke söner. Onun için bir abdest kadarki zamanı peygamberimiz uygun gördüğü gibi, abdestte yapılan zikirlerin de Allah’ı hatırlamaya sebebiyetini de vurgulamıştır.

Koca eve geldiğinde; iş yerindeki bir sıkıntıdan dolayı öfkelenmiş eve sinirli gelmiştir. Bu haldeyken evi hanımı üzerine gider, “Ne bu hal? Bütün gün seni bekledim, sen ise böyle gelip kendine gömülüyorsun” derse, adamın yarasına dokunur, onu daha da sinirlendir ve incitmiş olur. Öfke ateşe benzer; öfke anı bir şeyin alevlenmesi gibidir. Öfkeli biri karşısında itfaiyeci rolünü oynamak lazımdır. İtfaiyeci yangın yerine vardığında “Yangının sebebi nedir?” diyerek işe başlamaz, önce yangını söndürmeye bakar. Yangını söndürür, ateşi soğutur, sonra yangının çıkış noktasını arar. Evlilikte, ilişkide de bu böyledir. Öfke halinde, “Öfkelenmeye hakkın yok! Niçin öfkeleniyorsun ki!” diye sorulmaz. İlk önce o öfke ateşi sönmeli, sonra niçin öfkelendiğine bakmalı. Öncelikle fırtına ve yağmur dinmeli. Böyle davranıldığında karşı taraf yaptığı üzerinde düşünecek, bir suçluluk psikolojisi içinde şöyle diyecektir: “Ya ben esip gürledim, kalbini kırdım. Ancak bu hiçbir yapmadı, öylece sessiz kaldı. Yaptığım haksızlık, en iyisi gönlünü almak, helallik dilemektir” diyecektir. Vesselam.