Kudüs, ehli salib’in çizmesi altında bulunduğu müddet içerisinde gülmeyi ve latife yapmayı kendisine yasaklayan Selahaddin Eyyübi’yi hatırlamadığımı sanmayın. Ama Kudüsü İsrailin Başkenti olarak tanıyan ve bütün Müslümanları zelil duruma düşüren ABD’nin dünyadaki egemenliğinin çatırdadığını ve elan, iç savaşa doğru sürüklendiğini görmekteyim de ondan bu makaleyi yazma gereği duydum. Yoksa bütün dünyada Müslümanlarının halini görüp tam da ağlamamız gerektiği yerde sizlere gülmeyi ve latifeleşmeyi öğretmek değildir maksadım. Keşke Müslümanlar ağlayabilseydi!

Müslüman, ciddiyetini koruduğu halde zarif latifede bulunurken eğlendirici söz söylerken; tatlı, çekici konuşmayla hikmetli fıkralar anlatırken kinci olmadığı sürece ne tatlı ve güzeldir! Müslüman, güzel, tatlı, çekici konuşmalarıyla kalpleri büyülediği, cezbettiği zaman ne güzel ve alicenaptır! Zarif latifesiyle, eğlenceli sözleriyle nefislere tesir etmesi ne hoştur! Latife ümitsizliğin nezaketidir. İslam, hoşgörülü ilkeleriyle Müslüman kimseye sevgiyle kaynaşmayı, kaynaşma sağlamayı, sevilip ülfet edilmeyi, güler yüzlü, açık çehreli olmayı emreder. Hoş davranışlı, övgüye değer tavırlı, toplumla güzel kaynaşmak olmasını telkin eder. Ashab’ın birbirlerine küçük kavun attıkları olurdu. Ama ciddi ve gerçek meseleler karşısında derhal vakarla kişiliklerini belli ederlerdi.(Buhari) Latifeden yoksun bir ermiş, kederli bir ermiştir. Latifeden yoksun bir bilge, hala bir bilge midir? diye sorulmuştur.

Şaka eğer denge ölçüsünde olursa övülür. Nebi, şaka yapmış fakat aşırıya gitmemiştir. Ümmetin önderi olan’in asık suratlı, çatık kaşlı ve karamsar bir kimse olması uygun olmazdı. Çünkü onun yaptıkları ümmet için sünnet olacaktı. Gülmek ve aşırıya kaçmamak şartıyla şakalaşmak; fert ve cemiyet hayatında büyük değeri olan tabii bir hususiyettir. Araplar gülmeyi sever gülenlere de sempati beslerlerdi. Bu yüzden çocuklarına “gülen”: “Dahhak” tebessüm eden: “Bessam”, güleryüzlü: “Talk, talik”, müjdeleyen sevindiren: “Beşir”, sevinen, ferahlayan: “Cezlan ferhan” gibi adlar koymuşlardı. Ancak istihza ve alay etmek, gülmek maksadıyla bir kimseyi küçük düşürmek ve onu bir ayıbına dikkat çekmektir. Bu sözle yapılabildiği gibi, fiil, işaret ve taklit etmek şeklinde de yapılabilir. İstihza etmek de buna gülmek de haramdır.(Hucurat:11)

            Bir adamı övmek istediklerinde, misafirlere karşı güler yüzlü, son derece cömert gibi sözlerle överler, kötülemek istediklerinde de; asık suratlı, sürekli yüzünü ekşiten, çatık kaşlı gibi sözleri kullanırlardı. Yüz ekşitmek çirkin olduğuna göre yeni bir dine çağıranda bu davranış daha da çirkin görülürdü. Hz. Peygamber, “Evinde yalnız kaldığı zaman insanların en yumuşağı olan, tebessüm eden, gülümseyen” biriydi. Onun mizahı ona yakışan tarzda ve seviyeli idi. Ev içinde kadına karşı iyi ahlaklı olmak sadece ona eziyet etmemek değildir. Ayrıca ondan gelecek ezaya da katlanmak, cahillik yaptığı ya da öfkelendiği zaman ona karşı yumuşak davranmaktır. Kadınların hoşuna gidecek şekilde onlarla eğlenmek, şakalaşmak da onlarla iyi geçinme kapsamına girer.      

Evin erkeği, güler yüz, tatlı sözle kapıdan içeri girmeli, hane halkına selam vermelidir. Evde de hanımı ve çocuklarıyla hoş ve tatlı sohbet etmeli, zaman zaman gönül alıcı mizahlarda bulunmalı, meşru oyunlar oynamalıdır. Hz. Ömer; “Akıllı kişi ailesi içinde çocuk gibi olmalıdır. Ciddi durumlarda da erkek olduğunu göstermelidir. Zira çok gülenin vakarı azalır, (çok) şaka yapan da hafife alınır.” Akıllı kişi ailesi arasında çocuk gibi olmalıdır. Ama toplum içine çıktığında toplum kendisini tam bir adam olarak görmelidir. Hz. Ali şaka yapardı dozunu fazla tutardı. Selman-ı Farisi ona şaka olarak, “şakacılığın seni dördüncü (halifeliğe) erteledi” demiştir.

Hz. Peygamber, bir gün Hz. Aişe ile kırda koşu yarışı yapmış ve Aişe onu geçmişti. Bir zaman sonra yine ikisi yarışmış, bu defa o Aişe’yi geçmiş ve “bu o öbür seferin rövanşı olsun”(Ebu Davud) demiştir. Hz. Peygamber, eşleri birbirine yaklaştıracak, birbirleriyle kaynaştıracak davranışları uygun görürdü; bir gün Aişe bulamaç pişirmişti, onu en yaşlı ortağı olan Sevde’nin de tatmasını istemişti. Fakat Sevde bulamacı sevmezdi. Aişe ona: “Yemezsen bulamacı yüzüne bularım!” diye tehdit etti ve dediğini de yaptı. Gördüğü manzara karşısında kendini tutamayıp gülen Nebi, Sevde’ye: “Ne duruyorsun, sen de onun yüzüne sürsene!” buyurdu, o da denileni yaptı. Ortaya çıkan komik manzaraya hep birlikte güldüler.

Şüphesiz sevginin tezahürlerinden biri şakalaşmaktır. Buna şahit olan aile bireyleri çocuklar, evin cennet köşelerinden birine dönüştüğüne şahit olurlar. Sevginin cennetten bir köşeye dönüştürdüğü evlerde yetişen çocuklar kendisiyle barışık, kendine ve başkalarına güvenen ve güvenilen, sevecen, umutlu, hoşgörülü ve mutlu birer insan olarak hayata atılırlar. Şakalaşmada yasak edilen yönler de bulunmaktadır ki, bunlara dikkat edilmesi gerekir yoksa kötü sonuçlar verme ihtimali de doğar. Sahabeler bir gün peygamber’le yürüyorlardı. Onlardan bir kişi uyuya kaldı. Bir başka kişi de gidip onun yanındaki bir ipi aldı. Uyuyan kişi uyanıp da ipi yanında görmeyince korktu. Bunun üzerine peygamber, “Bir Müslümanın, (şakayla da olsa) bir Müslümanı korkutması helal değildir.(Ebu Davud) Sizden birinin, arkadaşının malını şaka ve ciddi olarak alması helal değildir. Arkadaşının bastonunu alan kimse geri versin”(Tirmizi) demiştir.

Ancak toplantıların başköşesinde mizahta bulunan, güldürücü kıssalar ve fıkralar, komik hikâyeler anlatıp bunu meslek edinenler, halkı güldürmeye ve neşelendirmeye çalışanların çoğu yalancılıktan, uydurma sözlerden kendilerini kurtaramazlar. Anlattıklarının çoğu yalan ve uydurmadır. Oysa İslam, yalana, uydurma kıssa ve güldürücü ahlak dışı hikâyelere yer vermemiş, bunları yasaklamıştır. Hz. Peygamber, “Toplumu güldürmek için uyduruk söz söyleyene veyl (yazıklar) olsun!.. Yine ona yazıklar olsun, yazıklar olsun!..(Nesai) Kul, doğru sözlü bile olsa, mizah ve tartışmada yalanı terk etmedikçe imanın bütünlüğüne erişemez”(Ahmed) demiştir. Vesselam.