İslam inancı, insan düşüncesini putperestlikten arındırmış ve Allah’tan başkasına tapmaktan kurtarmış ve onun önünde özgürlük yollarını açmıştır. İnsanlar inandıkları gibi yaşayabilmeli, düşündüklerini özgürce ifade edebilmeliler. İslam özgürlük dinidir. İnsan hangi ideolojiye veya dine inanacağını ve bağlanacağını seçmekte özgürdür. Böyle bir kararı sadece bireyin kendisi verebilir ve birey, bu kararından sorumludur. İslam devleti ve toplumu, bu hakkı korumak, bu karara saygı göstermek ve bu hakkın herkes için her yerde gözetilmesini güvence altına almakla görevlidir.
Allah insanları yarattı ve onları, seçimlerini yapmakta serbest bıraktı. İnsan cehenneme girme tercihinde bile özgürdür. “Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin”(Kehf:29) fermanıyla da özgürlüğü güvence altına aldı. “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır.”(Bakara:256) İslam’ın ıslahat çabaları ise daha çok, ehlileştirmek için dizginlenecek vahşi atlar ve afacan bir çocuk için gerekli katı önlemler almaya yönelik yaklaşımlara benzetebiliriz. Nebi nefsi müdafaa durumları dışında, İslam’a davet için güç kullanmamıştır. Kimsenin İslam’a zorla girmesine ihtiyaç yoktur. “Eğer rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi iman ederdi. Mümin olmaları için insanları sen mi zorlayacaksın?”(Yunus:99) Kur’an’ın, insanların hürriyet ve özgürlüğünü korumak için, zorlamaya karşı yaptığı hamle sert olmuştur. Çeşitli şekillerde ihtarda bulunmuş ve bu ihtarlar, yasaklama şeklini alıncaya dek tekrarlanmıştır. “Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin!”(Kehf:45) “Sen onların üzerinde bir zorba değilsin!”(Ğaşiye:22) Ayetleriyle de bu gerçek tüm çıplaklığıyla vurgulanmıştır. İnanç özgürlüğü ile onun getirisi olan düşünce ve ifade özgürlüğü, inancın diğer toplumsal ve bireysel davranış çeşitleri üzerinde bıraktığı geniş etki nedeniyle İslâm’da insan haklarının temeli olarak kabul edilmektedir. İnanç özgürlüğü, insan hakkı, ikrah/zorlama kabul etmez; hatta inanç özgürlüğünün haiz olduğu önem nedeniyle böyle bir şey tasavvur bile edilemez olduğu için bunun dışındaki alanlarda yapılan zorlamalar da en başından yasak kabul edilmektedir.
Hz. Peygamber tarafından hiç kimse din değiştirmeye zorlanmadı, farklılıklara saygı gösterildi ve herkese eşit muamele edilmesi istendi. Bu, vahyin kilit mesajı ve Nebi’nin eyleminin can alıcı noktasıdır; Kur’an’nın çatışmalar, öldürme ve savaşla alakalı sonraki bütün ayetlerinin vahyin nüzul oluş bağlamında okunması gerekir ve bunlar hiçbir surette mesajın esas içeriğini değiştirmezler. Savaştan sonra da öldürmeye devam eden İskender’e hocası Aristoteles; “Diyelim zaferden önce düşmanlarını katletmekte mazur idin, zaferden sonra elinin altında bulunanları katletmekteki mazeretin nedir?” diye sormuştu. Genel kaide bu yöndedir. Özgürlük, bireyin değer sistemiyle, özgür iradesinin bir yansımasıdır ve pratikte bireyin özgür iradesiyle, Müslüman toplumun gelişme ve uyumu için zorunlu olan değerler arasında bir denge sağlamak görevini üstlenir.
Ubeydullah b. Cahş Habeşistan’a göç eden ilk kafilede yer almıştı. Hristiyanlığa dönmüş ve karısı Ümmü Habibe’yi terk etmişti.(İbn Sa’d, İbn Hişam) Ne Mekke’de bulunan peygamber ne de Habeşistan’da bulunan Müslümanlardan herhangi biri ona karşı bir tavır aldı; ölene kadar hiçbir tariz ya da kötü muameleye maruz kalmaksızın Hıristiyan olarak yaşadı. Herkesin özgürlüğüne gösterilen bu saygılı tavır, Peygamber’in hayatı boyunca değişmedi; nitekim Peygamber’in yaşamı hakkındaki otorite niteliğinde hiçbir kaynakta, her ne olursa olsun farklı bir davranıştan asla söz edilmez. Aidiyet hususunda psikolojik veya fiziki olsun herhangi bir zorlama, yasak, İslam prensiplerine göre gereksizdir. Herhangi bir dogma ve hiyerarşi yerine Allah’ı tanıdığı için İslam, diktatörlüğe dönüşemez ve her türlü terör ve engizisyon hareketini imkânsız kılar. Yolumuz iktidarı ele geçirmekten değil, insanları kazanmaktan başlar.
Hiç şüphesiz ki, din özgürlüğü “bir İslam icadıdır.” Çünkü bu güne kadar hiçbir dinin gölgesinde, muhaliflerine din özgürlüğü tanındığı, herhangi bir şekilde dinde zorlamanın reddedildiği ve imanın ikna ve hür seçim yoluyla olacağının kabul edildiği görülmemiştir. Söz ve ifade özgürlüğü dokunulmazdır. Hatta bu İslam’ın ve onun devletinin nazarında özgürlük olmaktan daha büyük bir şeydir. Zira o, İslam nazarında haklar ve özgürlükler nev’inden değil, farzlar ve vacipler nev’indendir. Bir insan açık bir kötülük gördüğü zaman, elinden geldiği kadar onu engellemek mecburiyetindedir. Susmak veya konuşmak hususunda serbest değildir. Çünkü hak karşısında susmak, batıl konuşmak gibidir. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan gibidir! Aynı şekilde, kaybolmuş bir iyilik gördüğü zaman onun yapılmasını emretmek ona farzdır. Onun bu görevi yapıp yapmama konusunda serbest olduğu bir durum değildir.
İslam’ın verdiği sözleşme “Kilise ve havralarının yıkılmayışı, namaz vakitleri hariç, gece-gündüz diledikleri saatte çanlarını çalabilecekler ve bayram günlerinde haçlarını çıkartabileceklerdi.” Hz. Peygamber zamanında, Müslümanlardan iman zafiyeti içinde bulunan bir gurup, bir Yahudi’yi haksız yere, hırsızlık yapmakla itham etti. Nisa süresinden Yahudi’yi savunan dokuz Ayet nazil oldu. O ayetler Peygamberi, adama haksız yere suç ağı örerek kendilerine ve ilkelerine ihanet eden o insanlara inanmaması ve onların avukatlığını yapmaması için uyarıyordu.(Nisa:105, Tirmizi) İslam devleti, bütün insanlık için bir tek ahlaka inanır. Bölünmez ve renk değiştirmez. Sevdiği ve sevmediği bütün insanlara karşı vefakâr olmayı, bütün insanlara karşı dürüst olmayı gerektirir; onlar hıyanet etseler bile. İslam’ın gayesi inanç hürriyetini garanti altına almak ve iyiliği, huzuru yeryüzünde gerçekleştirmektir. “Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılır giderdi…”(Hac:40) Ayet, manastırlar, havralar ve kiliseleri bunlara yapılan saldırıların karşısına çıktığını vurgulamak için camiden önce zikretmiştir. Böylece, bütün ibadetlerin hürriyetini garanti altına almıştır. Vesselam.