Müslüman bir koca, Hristiyan veya Yahudi olan hanımını kiliseye veya havraya gitmekten alıkoyamaz. İslam’ın diğer dinlere mensup kişilere ait yiyecek, içecek maddelerini koruması ve onlar için mubah kılması büyük bir önem taşımaktadır. Bir Müslüman, bir Hristiyan’ın domuzunu öldürürse veya içkisini dökerse; bedelini ödemek mecburiyetindedir. Hiçbir din ve nizam, İslam’ın gösterdiği bu inanç hürriyetinin şerefine ve müsamahanın yüceliğine erememiştir. Diğer dinlere mensup kimselerin şahsi işlerine ait; evlenme, boşanma, miras ve nafaka gibi meselelerin İslam hükümlerine göre değil, onların kendi dinlerinde olduğu gibi uygulanmasına, İslamiyet müsaade etmektedir. İslam, başta insanın şerefine ve hürriyetine inanmakta ve saygı göstermektedir. Bu sebepten onların hürriyetini herhangi bir bağ veya sınırla kısmamıştır.
İslam hukukunda, gayri Müslimlerin İslami kanunların sınırları dâhilinde bir araya gelme hürriyetleri, devlete bağlılıklarının samimiyetiyle beraber ve bütün çeşitleriyle barışçıl örgütler kurmayı engelleyen hükümler yoktur. Kur’an’ın “dinde zorlama yoktur” prensibi İslam devletinde bütün vatandaşların, çoklu dini guruplara mensup olsalar bile, tek siyasal ümmet oluşturduğu anlamına geldiğini göstermektedir. Medine sözleşmesi dini çoğulculuğa sahip bir siyasal ümmetin somutlaşmış halidir.
İslam devletindeki gayri Müslimler için, konuşma, yazma, fikir beyan etme, düşünme, toplantı ve kutlama gibi Müslümanlar için kabul edilen haklar sabit olacak ve bu konuda Müslümanların aleyhine olan kayıt ve engeller onlar için de geçerli olacaktır. Onlar için kanun sınırları dâhilinde, özgürce, hükümeti, hükümetteki kişileri hatta hükümet başkanını eleştirmek bile caiz olacaktır. Onlar için İslam dinini eleştirme hakkı da vardır, tıpkı Müslümanların, onların mezheplerini ve inançlarını eleştirme hakları olduğu gibi. Onlar için inançlarını övme konusunda tam bir hürriyet olacaktır. Zira İslam, hürriyeti yükseltmesi faaliyetleri esnasında diğer görüş ve inançlara olan üstünlüğünü ispatlamaktan aciz değildir. İslam’ın rakipleri hür bir fikri tartışma ortamında, inançlarımıza galip gelebilir ve bize hatalarını gösterebilirlerse biz, ne var olmaya ne de o dinin mensubu olmaya layığız. “Rasulüm! De ki: Eğer doğru sözlüler iseniz, Allah katında bu ikisinden (bana ve Musa’ya inen kitaplardan) daha doğru bir kitap getirin de ben ona uyayım.”(Kasas:49)
Savaş sonrası ele geçirilen yerlerin ahalisine Müslümanlar; Hakkı ile kazandığınız mallarınız, canlarınız, namuslarınız akıl ve inançlarınız muhteremdir. Nesilleriniz korunmuştur. Biz bu emniyetin korunması, yeryüzünde adaleti hâkim kılmak için görevlendirilmiş bir ümmetiz. Yeryüzünü imar ederek, yaşanır güzel bir dünya için insanları hakka çağırıyoruz. Bizim gibi inanırsanız kardeşlerimiz olursunuz. Bizim gibi inanmasanız bile temel haklarınız korunmuştur. Hukukumuz da, eziyetlerden korunmuş ve gıybetiniz de Müslümanın ki gibi haramdır. Acizlik, yaşlılık, hastalık, yaralanma, sakatlık, zengin iken fakir düşüp kendi dindaşlarının ianesi ile geçinir hale gelen her şahsın yıllık vergisi düşürülür. İslam diyarı sayılan herhangi bir beldede ikamet ettiğiniz müddet içerisinde size ve bakmakla mükellef bulunduğunuz aile fertlerine bütçeden nafaka verilecek ve her türlü ihtiyacınız karşılanacak ve teminat altına alınacaktır.
Sizden alınacak olan yıllık vergiye karşılık askerlik yapmayacak ve can emniyetiniz garanti altında olacaktır. “Bu dıştan gelecek her türlü saldırıya ve içten her türlü zulme karşı korunmalarınızı sağlar. Hz. Ömer, dilenen zimmi bir ihtiyara rastladı ve ona: “Gençliğinde senden cizye almışken şimdi seni zaruretlerle baş başa bırakmak insaf değildir,” der ve ona maaş bağlanmasını emreder. Ölen zimmiye cizye vergisi düşmediği gibi ondan sonra kalan yakınları da bu vergiyle mükellef tutulmazlar. Cizye, ölenin mirasçılarına ödetilmeyeceği gibi, ölenin borcu olarak da kabul edilmez. Bunun üzerine de akrabalarını bırakıp kaçan kimseye düşen cizye vergisi akrabalarına ödetilmez. Çünkü kaçan kimsenin yakınları, bu hususta garanti vermiş değillerdir. Yahudi, Hıristiyanların tarihte Müslümanlara karşı tutumlarına ne dersiniz? Sorusuna vereceğimiz cevap; onlar bizim öğretmenlerimiz değildirler, biz sadece dinimizin gereğini yapar onun öğreticisi Muhammed (as)’in öğretilerine ve onun Raşit halifelerinin uygulamalarına bakar ve uygularız.
İslam’ın bu daveti, beşeriyetin mislini göremediği bir hürriyet uyanışıydı. “Ebu Cehil ile Bilal’ın aynı safta el bağlamalarını istiyordu. Ebu Cehil ve taraftarlarının buna karşı koymaları sırf bu eşitlik çağrısından ileri geliyordu. Hz. Ömer göreve geldiğinde insanlardan, kendisinde görebilecekleri ‘herhangi bir sapmayı doğrultmalarını’ istemiştir. Biri, “eğer sende bir sapma görürsek, onu kılıçlarımızla düzelteceğiz.” Halife, hak adına yanlış bir durumu düzeltecek biri bulunduğundan dolayı Allah’a hamd etti. Halktan olan kişinin verdiği mesaj; Peygamber’in kendilerine vermiş olduğu yetkiyi hatırlatmış olup, ona “ya kendini düzeltirsin, ya da azledilirsin” mesajını vermiştir. Ömer halka yaptığı hitabelerinden birinde mehir olarak verilen aşırı meblağlar hususunda insanları ikaz etmişti. Ama Fatıma binti Kays, “(mehir) olarak yüklerle mal vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın,”(Nisa:20) ayetini okudu. Bunun üzerine Ömer kadın doğru söylüyor; Ömer hatalı cevabını vermişti. Vesselam