İslam muhalefet hakkı garanti altına almıştır. Hz. Ebu Bekir, halife seçildiği zaman Sad bin Ubade’nin muhalefet hakkını kabul ederek vefatına kadar biat etmemesini makul görmüş ve taraftarlarıyla birlikte kendisini ne kınamış ne de herhangi bir haktan yoksun bırakılmasına sebep olmuştur.(İbnu’l-Esir) Hz. Ali’nin altı ay sonra biat ettiği, bundan dolayı da hiçbir kınama veya eziyet görmediği gibi, devamlı, fikirlerinden istifade edilen kişi olmuştur.(Buhari) Ali’nin mübarek zevcesi Hz. Fatıma da Ebubekire ölünceye kadar biat etmedi ancak onun da kanaatlarından hep istifade edildi. Hz. Ali’nin hilafeti döneminde Talha, Zübeyr Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ömer (ra) gibi pek çok büyük sahabe Hz. Ali’ye biat etmedi. Ancak Hz. Ali, yönettiği kimselere, toplumun bütün fertlerine hatta (kendisine küfreden) Hariciler arasından düşmanlarına ve kendisine karşı savaşanlara dahi siyasal görüş tercih özgürlüğünü tanımış, onlarla savaşmadan önce, tartışma yoluna gitmişti. Bury, “Düşünme özgürlüğünün bir anlamı olabilmesi için onun düşündüğünü söyleme özgürlüğü ile birlikte olması gerekir” derken. Foucault, “Eğer özgür konuşma hakkına sahip değilseniz, iktidarın hiçbir türünü kullanmanız mümkün değildir ve bu nedenle bir köleyle aynı statüye sahip olursunuz” diyordu.
Hz. Ali bu şekilde bizzat kendisini tekfir eden düşmanlarına dahi siyasal eleştiride bulunma hakkını vermekte, tartışma ve diyaloglarını sürdürmek suretiyle batı uygarlığını ve baskıcı rejimleri asırlarca geride bırakmıştır. Hem de o, bu yolu denemekle oldukça başarılı olmuştur. Batı ise böyle bir siyasal olgunluğa, ancak oldukça kanlı savaşlardan sonra ulaşabilmiştir. Baldwin “Demokratik özgürlükleri korumak maksadıyla; demokrasi düşmanlarına dahi özgürlük vermek icab eder.” Şatibrian “Eğer bizim görüş belirtme özgürlüğümüz kalmışsa, bir şey kaybetmiş olmayız.” Voltaire de “Şüphesiz ben senin söylediğinden hoşlanmıyorum, bu konuda her bir harfinde dahi sana aykırı düşünüyorum; fakat senin bunu söyleme hakkının korunması uğrunda, ölünceye kadar savaşırım” demişlerdir. İnsan kendi hürriyetini başkalarının hürriyetine hürmet ederek koruyabilir. Karşılıklı hürmet ise fertler arasındaki eşitliği kurar ve devam ettirir. Yöneticiler fertlerin hürriyet ve eşitliklerini koruyup genişletmek mecburiyetindedir. Böylece inancın doğurduğu yardımlaşma, birtakım safhalardan geçerek ‘sosyal dayanışma’ halini alır.
Hz. Ömer’in “İnsanları nasıl köle edebilirsiniz. Anneleri onları hür doğurmuştur.” İnsan Hakları Bildirge’sinde “İnsanlar, hür ve eşit olarak doğarlar” maddesi Ömer’in bu sözünden başka bir şey değildir. O yönetilenlere, “Ben, valilerimi, sizlere dayak atsınlar, namuslarınıza göz diksinler ya da mallarınızı gasp etsinler diye görevlendirmiyorum. Kimin valisi kendisine zulümde bulunursa bana müracaat etsin ki, onun intikamını alayım. Şayet bir kimse hapsedilmeyeceği konusunda güvende değilse demek ki, onun can emniyeti yoktur.” Valilere de; “Dikkat ediniz, ben sizi idareciler olarak gönderdim; zalimler olarak değil. Müslümanlara haklarını veriniz. Onları dövmeyiniz, onları alçaltmış olursunuz; onları övmeyiniz, karışıklığa sebep olursunuz; devlet kapılarını yüzlerine kapatmayınız, kuvvetlileri zayıfları ezer; onlara baskı yapmayınız, onlara zulüm etmiş olursunuz”.(Ebu Yusuf,Kitabu’i-Harac) diyerek Ümmete, kanaatlerini, fikirlerini özgür bir şekilde söylemeleri için zemin hazırlamıştır. Sadi’nin dediği gibi, “Halk ağaca benzer. Baktığın kadar meyve verir.”
Hz. Osman muhasara altına alındığı zaman kendisine, “Halkı dağıtalım, gerekirse zor kullanalım” dediklerinde, Osman, halkın isteklerini zor kullanarak ellerinden almayı düşünmedi. Osman, yüzyılımızın deyimiyle, hiçbir zaman halka ateş açılmasını emretmeyi düşünmemiştir. İntikamın kin ile alma yetkisinin olmadığının farkında idi. Arapların hayal bile edemedikleri hürriyetleri kendilerine veren böyle bir sistemle karşılaşınca şaşırdılar ve bu fırsatı iyi değerlendiremediler. Hariciler Ali’yi küfürle suçlayıp ve onunla savaşmasına rağmen, bütçeden verilen maaşları kesilmedi, burs veya diğer ücretleri durdurulmadı, mal ve mülklerine el konmadı. Ali’nin haricilere “Dilediğiniz yerde oturma özgürlüğüne sahipsiniz. Siz eğer kılıca davranmayıp da kendi nazariyenizi başkalarına kılıçla ve zorla kabul ettirmezseniz, sizin için tamamen serbestlik vardır.(İbn Kesir) Bir insanın samimi kanaatlarını ifade eden fikirlerinden dolayı cezalandırmak haksızlıktır, kanaatın irade ile ilgisi yoktur; diğer bir ifade ile hata suç teşkil etmediği için, onu cezalandırmak haksızlık olur.
Bir İslâmî Devletin karar ve icraatının esası, bireysel arzu ve kaprisler değildir. Şüphesiz, hilafet adı altında saltanat hukukunu İslâm boyası ile yayıp halka sunan kitapların, söylediklerini din gibi belleyenler, değişik görüşlerden birini taklit etmeyi din gibi algılayanlar, isme takılıp İslâm ile başka sistemler arasında kimi yönlerden benzerlik kurulmasına veya benzer uygulamaların yapılmasına tepki gösterseler de hukukun üstünlüğüne, adâlete, insan haklarına ve halkın egemenliğine dayanan demokratik sistemin, babadan oğula geçen ve tek adam yahut aile yönetimine dayanan her türlü yönetim şeklinden daha iyi olduğu bir gerçektir. Demokrasi, zalimlerin istismar sermayesi olmuşsa ve demokrasi havariliğini yapmış niceleri mazlum halkları sömürüyorlarsa. Böyle bir çoğunluğun sınırsız gücüne inanmak elbette ki sakıncalıdır, çünkü çoğunluk despotizminin başka despotizmlerden farkı yoktur. Özgürlüğün ölçüsü azınlıklara nasıl davranıldığıdır ve insanların farklı düşünebilme özgürlüğünden önce düşünce özgürlüğüne sahip olması gerekir. Belki bazı iyi diktatörler vardır, fakat asla iyi bir diktatörlük rejimi olmaz. Bu rejimlerin hepsi insan onurunu aşağılayıcı, üretkenliği engelleyici rejimlerdir. Vesselam.