Diktatörlük, günahı yasaklasa bile ahlâksızdır, demokrasi ona izin verse bile ahlâklıdır. Ahlakilik özgürlükten ayrılamaz; ancak hür fiil ahlâkî fiildir. Bir diktatörlük özgürlüğü, dolayısıyla seçme imkânını ortadan kaldırmak suretiyle kendi temellerinde ahlakiliğini ve nefyini içerir. Bu noktaya kadar, tarihteki tüm tezahürleri ne olursa olsun, din ile diktatörlük birbirlerini karşılıklı olarak dışlarlar… Hürriyeti ya da imkânı olmaksızın bir hareketin din bakımından değeri yoktur. Zorla aç bırakılma oruç olmadığı gibi, zorla yapılan iyilik de iyilik değildir ve dini bakış açısından değersizdir. Seçme özgürlüğünün, yani fiilde bulunma veya bulunmama, riayet veya ihlal konusunda özgür olmanın tüm dinlerin ve ahlâkın temelinde yatan ön şart oluşunun sebebi budur. Düşünce özgürlüğünün sınırı, diğerinin onur ve saygınlığının yok edilmemesindedir. Düşünce özgürlüğü insan olmaktan ileri gelen hakların yok edilme ya da yalanlanma özgürlüğü değildir İslâm ümmetinin tarihinde başına gelen ilk belalardan biri de “şûrâ” sisteminin yok olması, “Raşid halifeliğin” bazı sahabelerin de, “Kisra” veya “Kayserlik” diye isimlendirdikleri “ısırıcı sultanlık”(Tirmizi) sistemine dönüşmesi ve Müslümanların varis kılınmış olduğu toprakların zorba imparatorların eline geçmesidir.

Cemaleddin Afgani İran’da bulunduğu bir vakitte İran şahının da bulunduğu bir toplantıda bu görüşlerini dile getirir. İran şahı öfkeyle sorar “Yani sayın beyefendi, şimdi ben kralım, çiftçilerden biriyle denk mi olacağım?” Afgani, “Şah hazretleri! Tahtınız, tacınız ve büyük otoriteniz anayasal sistemle daha sağlamlaşıp bugünkünden daha güçlü olacaktır. Kuşkusuz, şah hazretleri görmüş veya okumuşsunuzdur, bir halk kralsız yaşayabilir ama bir kral asla halksız yaşayamaz,” demişti. Rus çarı III. Alexander Afganiy’e “Bence şah haklıdır. Çünkü hangi hükümdar, ülkesini çiftçilerin yönetmesine razı olur ki?” O da Çar’a “Bence, yüce çar, milyonlarca tebaanın hükümdarın tahtına bağlı dost olmaları, fırsatlar kollayan, gönlünde kin zehirleri ve intikam ateşi gizleyen düşmanlar olmasından daha hayırlıdır” demişti.

Sokrates, “Siyaseti bilen kimse, fazileti bilen kimsedir ve yine doğru hükmü bilen ve kendisine, korkarak değil, isteyerek itaat olunan kimsedir” dediği için gençliği bozmak ve onları kışkırtmak ithamı altında tutuldu ve idam edildi. Euripides’in hissiyatıyla, “Ah, keşke burada durup talihsizliğim üzerine ağlarken kendimi görme imkânı bana bağışlanmış olsaydı” diye hayıflanmak gerek. Sokrates’in idam edilmesi ise Yunan demokrasisinin alnında bir kara leke olarak kaldı. Sokrates’ten, gidişe ayak uydurmasını, aksi takdirde öldürüleceği bildirilince, o da tarih boyunca özgürlük ve hürriyet savaşçılarının kulaklarında çınlayacak; “Düşüncesini ifade etmeyen bir insan bizzat idam edilmiş demektir” sözlerini hatıra olarak bıraktı. Holmes, “Eğer türlü ilkeden daha çok tek bir ilkeye bağlı olmayı gerektiren anayasal bir ilke söz konusu ise şüphesiz ki bu ilke ifade özgürlüğüdür. Bu özgürlük, bizim benimsediğimiz hususlarda, bizi destekleyenler için değil aksine bizim hoşlanmadığımız düşünceyi ifade etme özgürlüğüdür” demiştir.

İslâm, zalim veya gayri meşru zorba yöneticiye karşı ayaklanmayı isyan olarak kabul etmemiştir. İsyan hak (meşru) yöneticiye karşı haksız olarak ayaklanmaktır. Hüseyin’in Yezid’e karşı ayaklanması isyan hükmüne tabi değildir. Hüseyin, sevap görecek şehit, hak ve içtihat üzerinde olduğu hükmüne tabidir.  Bundan dolayı, İslam dininin gölgesinde ve İslam düzeninde, rabbine iman eden, şahsiyetli, kendi değerinin şuurunda olan, hak ve şeriatın dışında kendisine hükmedecek herhangi bir kuvvete boyun eğmeden ve takvadan başka herhangi bir imtiyaz tanımadan özgürce yaşama hakkına sahip, çok aziz değerli fertler yetişti. Despotik, totaliter ve monarşi rejimler halk için bir fitnedir. “Fitne, adam öldürmekten daha beter ve daha kötüdür”(Bakara:217) ayetindeki fitne, Müslüman halkın üzerindeki baskı olup, özgürlüklerinin kısıtlanması ve onlara yapılan kötü muamele ve zorbalıktır.

Halk özgür olmalıdır; çünkü güçler bu ortamda gelişir, yetenekler bu ortamda ortaya çıkar. Onun sayesinde doğruluk, cesaret, iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma içtenliği gibi erdemler gelişir. Düşünceler aşılanır, bilim kolları doğar. Özgürlük zalimlere, diktatörlere ve hilekârlara en ağır yüktür. Bunun için böyleleri, eski çağlardan beri özgürlükleri baskı altına almak ve daraltmak için olmadık hilelere başvurmuşlardır. İslâm iyiliği emredip kötülüğü önleme müessesesini devamlı canlı tutmakla İslâm cemiyetini sigortalamıştır. Bu müessese, işlevini yitirdi mi, şahsi egoizm ve hırs devreye girer, hür ortam ve bireylerin özgürlüğü inkıtaa uğrar, zulümlerin yolu açılmış olur, hür irade yerine despotik irade hâkim olmuş olur ve insanların hayatları da cehenneme çevrilmiş olur. Firavun kavminden ileri gelenler dediler ki: “Musa’yı ve kavmini, yeryüzünde fesatçılık etsinler, seni ve ilahlarını terk etsinler diye mi bırakacaksın?” O da onlara: “Oğullarını öldürür, kadınlarını geri bırakırız. Şüphesiz biz onların üzerinde kahredici bir güce sahibiz”(A’’raf:127) demişti.

Yasalarla tanımlanmış haklar olmaksızın kullanılan özgürlük anarşidir ve özgürlüğün yok edilmesidir. Eğer haklar, herkesin hizmetinde olan bir şey olarak değil de soyguncuların, yasa tanımazların yarattığı bir şeymiş gibi görülürse ya da iktidar sahiplerinin belirlediği bir ölçüt olarak ortaya çıkarsa, er ya da geç, haklara karşı duyulan kaygı ona karşı gelme şekline dönüşür. Çoğu kimseye göre özgürlük, kişinin her istediğini yapma hakkına sahip olmasıdır. Ancak böylesi kayıtsız ve sınırsız bir özgürlük hiçbir toplumda olmamıştır, olması da mümkün değildir. Şayet bir toplumun fertleri sınırsız bir özgürlükle, hiçbir şeyle kayıtlanmaksızın her istediğini yapabilme hakkına sahip olduğunu iddia etmeye başlar da, bu görüş yaygınlık kazanırsa, o zaman o toplum için tehlike çanları çalmaya başlar. Vesselam.