Tek bir lokma yiyemeyecek adamın önüne koca tabak konulmaz. Yediğini ya kusacak ya da hasta olacaktır. Ferdi hürriyetle cemiyetinki çatıştığı anda tercih edilecek olan cemiyetinkidir. Kant’ın insanlara “kendi hedeflerine, ancak başkalarının hedeflerine engel olmadığı sürece ulaşabileceği öğretilmelidir” düşüncesi, hem İslam’ın hem de çağdaş devletlerde geçerli olan hukukun kabul ettiği esastır. Hürriyet sadece milletin bağımsızlığı ve kendi kendini yönetmesi değildir. Bu sadece siyasi hürriyettir ve arkasından milletin düşünce, kültür hürriyeti gelir. “Nitekim “haklar” (hürriyet) denince başıboşluk ve kanunsuzluk anlamında bir hürriyeti düşünen bir toplum, kendi kötü geleceğini çizmiş demektir. Çünkü bir toplumu zor duruma düşüren hastalık, fertler arasındaki eşitsizlikten doğduğu gibi, eşitlikten de ileri gelebilir. Eşitlik şahsi hasletlerin tam bir serbestlik içinde gelişip tekâmül etmesine engeller çıkararak, adalete aykırı bir dereceye varırsa, sosyal bir hastalık olur. 

Hürriyet ve özgürlük insanın her şeyden azade ve başıboşluğun arkasından doludizgin koşabilmesi değildir. Nasıl duvarsız bir oda olmazsa, sınırsız bir hürriyet de olmaz. İnsan hürriyetini sınırlayan otorite ise, ya ilahi olur ki bu Allah’tır veya beşeri olur ki, bu da kişinin vicdanından ‘devlet’ kurumuna kadar uzanır. Rousseau, “Özgürlük duygum, yalnızca ahlakımı bozup sonunda ruhumun sesinin bedenimin yasasına karşı koymasını engellediğimde içimde yok oluyor” demiştir. Hür insan, dilediğini yiyen, dilediğini yapan, böylece nefsinin arzuladığı her şeyi yerine getiren değildir. Ferdin hürriyeti, bazı kayıtlarla sınırlandırılmış ve öteki insanların hürriyetine dokunamaz hale gelmişse korunabilir. Uygar bir topluluğun herhangi bir üyesi üzerinde kendi iradesine karşı meşru olarak iktidar kullanmasının tek amacı başkalarına zarar vermeye engel olmaktır. Çünkü sosyal fayda tek ölçüttür. Özgürlük sağlama adına, maslahatlar göz önünde bulundurulmazsa, inançlar gözetilmezse, fayda yerine zarar verir. Bu da toplumu anarşiye sürüklemek olur ki, doğru olmaz. İlah’sız özgürlük ya da ilah’sız devlet; ruhsuz beden, kokusuz çiçek, programsız ve ışıksız devasa bir araca benzer.  

Hürriyet, çoğu zaman, bazı yasaklarla gerçekleşiyor. Hasta kendisine dokunan yemeği yemekten alıkonur. Burada hastanın yeme hürriyeti kısıtlanmıştır. Niçin? Daha sonra dilediğini yiyebilme hürriyetine sahip olsun diye. Veya doktorun kangren olmuş bir parmağı kesmesi, bütün vücudun selameti ve kurtuluşu olsun diye. Suçlu hapse girince, hürriyeti elinden alınmıştır. Niçin? Bundan sonra hürriyetini şerefli alanlarda kullansın, ne kendisine, ne de başkalarına sıkıntı vermesin diye. İnsan bütüne dokunan zararın, küçük bir ferde de dokunduğu, girift bir toplulukta yaşamak zorundadır. Gemide alt katta olanlar, üsttekileri rahatsız etmemek için gemiyi delip nehirden su almak isterler. Nebi, “Eğer üsttekiler bunlara mani olmazlarsa, hiç istemedikleri halde hepsi batar. Eğer mani olurlarsa hem kendileri, hem de alttakiler kurtulur.”(Buhari) Nebi bu misalle başkasına dokunmayacak şahsi hürriyetle, başıboş bırakıldığı zaman toplumu sıkıntıya, felakete götürecek hürriyetin ayırıcı çizgisini tespit etmiştir. Hürriyet vardır diye, millet savaşın içindeyken, sen kalkıp düşmanlarla dostluk kurabilir misin? Hürriyet var diye, devletin gizli planlarını düşmana satabilir, kaçırabilir misin? Ve hürriyet var diye bu yaptığının karşılığında ceza yemeden bırakılabilir misin? 

Dinin hurafelerden temizlenmesi gerektiği gibi devletin de istibdat ve zulümden arındırılması gerekmektedir. Baskı ile yetiştirilen insanlar kompleksli olur, bir türlü vasatı bulamıyorlar. Biri çıkar da bu insanları örgütler ve baskıcı dikta yönetiminden kurtulmalarına vesile olsa, ya yeni bir diktatör olarak onu görür, ya da hürriyet gömleği onlara geniş gelir, yönetimin alacağı her karar ve düzenlemelerde sokaklara dökülür ve böylece istikrarın gelmesini engellerler. “Ya hep ya hiç” mantığıyla hareket eden bu halk bir türlü uygulamaların tedrice tabi tutulmasını kavramazlar. Bütün toptancı yargılar çürük ve tehlikelidir. İnsanların insanca yaşadığı ve insanca muamele gördüğü hür ortama ayak uydurabilmeleri için yeni bir mücadele ve yeni bir eğitim şart olur. Bu da Müslümanların zaman kaybına ve geri kalmalarına sebep oluyor.  

Hiç kimse eleştiri hakkını, bilinçsizce karşı çıkışı ve toplumda anarşiye sebebiyet verecek hareketleri birbiriyle karıştırmasın. Ancak eleştiri yapılırken dengeleri iyi korumak, ahlak kuralları içerisinde ve dozunda seyretmesi ve insaf ölçüleri dâhilinde olması gerekmektedir. “Kendi gözündeki kalası bırakıp başkasının gözündeki çöpü sorun etmek”İbn Hibban) ve gizli kalmış günahları araştırıp gündeme taşımak ve bununla başkasını vurmak İslami ahlakla bağdaşmamaktadır. “İnsanlar da kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa öyle davransın.”(Müslim) Emir aldığın kimsenin sana nasıl davranmasını istiyorsan, sen de yönettiklerine öyle davran! 

 Muhalefet, Müslümanlara şu biçimde öğüt veren bir hadis-i şerifin verdiği yetki ile uygun görülmemektedir. “Eğer insanlar doğru işler yaparsa biz de yapacağız, eğer zulme saparlarsa biz de zulmedeceğiz diyerek zayıf ahlaklılar olmayın.”(Tirmizi) Faydalı işlere iştirak etmek, ister ferdin kendi isteği ile isterse başkalarının güzel örnek olacak davranışlarını izleyerek olsun normal olarak teşvik edilir; ne var ki, eğer hayırlı iş sadece başkalarına uymak arzusuyla güdülenmişse terbiye edici bir değeri yoktur. Karakter zaafının bir örneği, bir kimsenin bir başkasını; yalnız başkaları böyle yaptığını gördüğünden dolayı sebepsizce övmesi veya ayıplamasıdır. Bu imandan kaynaklanmadığı için, insan haysiyet ve şerefini özellikle alçaltıcı ve değersizleştirici bir durumdur. Karakter zaafı, bir kimse inanmadığı bir şeyi söylediğinde ve bir şeye inanıp da böyle inandığını söylemediğinde de ortaya çıkar. Bu konuya gerçek bir yaklaşım biraz önce alıntılanan hadis-i şerif inananlara şöyle buyurarak devam etmektedir: “Bilakis, kendi zihinlerinizi inşa edin ve insanlar iyi bir şey yaparlarsa, siz de yapın; ama eğer yanlış ve adaletsiz bir şey yaparlarsa, onu benimsemeyin.”(Tirmizi)Sürünün çobanı sürüyü kurttan korur. / Kuzulara çoban olsa kurt, sürüyü kim korur? Vesselam. (Bitti.)