İbn Mes’ud’a (bir adam) getirilmiş de: “Bu adamın sakalından şarap damlıyor, denmiş. İbn Mes’ud da: “Biz (gizli) kusur araştırmaktan nehyedildik, fakat bize bir suç açıkça görünecek olursa onu cezalandırırız”(Ebu Davud) cevabını vermiştir. İbni Mes'ûd, yanına getirilen ve “sakalından şarap damlayan adam” diye tanıtılan kişiyi kontrol etme gereği hissetmemiş, adamın sakalını yoklamamıştır. Bunu gereksiz bir tecessüs olarak değerlendirmiş, Müslümanların Kitap ve sünnet'le tecessüsten nehyedildiklerini hatırlatmıştır. Sahabe neslinin bu tutumu, onların İslâm’ın koyduğu ölçü ve sınırlardır. İbni Mes’ûd kendiğilinden ortaya çıkmış bir kusur, ayıp veya günah olursa onun gereğini yerine getirmekten geri durmayacaklarını bildirmiştir. Daha ileri giderek, “Bu daha başka şeyler de yapmış olabilir” diye kusur ve ayıp aramanın doğru olmadığına işaret etmiştir. Açıktaki hatalara ses çıkarmayıp da gizli kusur aramayı marifet sayanlar, toplumun bozulmasını hızlandırmaktan başka bir şey yapmazlar. 

İnsanlar genellikle başkaları hakkında dedikodu yapmaya, başkalarının özel hayatları, ayıpları, eksiklikleri ve zaafları hakkında edindikleri bilgileri birbirlerine aktarmaya bayılırlar ve böylece sözkonusu kişiler rezil ve rüsva olurlar. “Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi adet edinen herkesin vay haline!”(Hümeze:1) Yani; kötü niyetle başkalarında gerçek veya hayali kusurlar aramaya çalışan, başkalarını hakir ve zelil etmeyi adet haline getiren o kişi bazılarını parmakla gösterir, bazılarını da göz ile işaret eder. Bazıları nasipleri dolayısıyla kötüler. Bazı şahısları da kötülüğe boğar. Bazılarını yüzüne karşı aşağılar, bazılarını da gıybet eder. Laf taşıyarak dostlar arasında kavga çıkarır, kardeşlerin arasını bozar. Başkalarına kötü isim takar, onlarla alay eder ve eksikliklerini ortaya çıkarır.  

İnsanların kişiliklerini kıran, haysiyet ve namuslarını inciten, mahveden kişi ve kişiler için, “Büyük günahların en büyüğü kişinin haksız yere bir Müslümanın şerefine dil uzatmasıdır.”(Ebu Davud) “Muhakkak ki, faizin en şerlisi haksız yere bir Müslümanın şerefine (dil) uzatmaktır.”(Ebu Davud) Bunun sadece dil ile yapılması tek değil, taklit, işaret, ima, göz kırpma, kaş oynatmak, yazı, hareket, her anlamı taşıyan her tutum ve davranışlar bu kategoriye girer. Kitle haberleşme vasıtaları geliştikçe “hümeze”nin alanı da genişlemektedir. Metotları çeşitlenmekte ve yıkıcılık artmaktadır. Artık “hümeze” yapanlar, sınır tanımamakta ve medya yoluyla ülkeler arası bu işi yapabilmektedirler. Bu sebeple gerçeğin öğrenilemediği yerlerde Müslümanların özellikle birbirlerine karşı iyi zanda bulunmaları, birbirleri hakkında güzel düşünmeleri esastır. “iyi zan beslemek ibadetlerin iyisindendir.”(Ebu Davud) 

Hz. Peygamber’in “Eğer sen insanların gizli kusurlarını araştıracak olursan onların (ahlakını) bozmuş olursun.”(Ebu Davud) “Bir devlet yetkilisi, halka kötü zan ile muamele yapmaya kalkışacak olursa onları yoldan çıkarmış olur.”(Ebu Davud) Hadisler, özellikle yöneticiler tarafından halkın ayıplarının ve gizli hallerinin takip ve tespite kalkışılmasının, halkın ahlâkını iyiden iyiye bozacağını bildirmektedir. İslâmî ve insani ölçülerle eğitilip yetiştirilmeyen insanları fişleme tehdidiyle düzeltmek mümkün değildir. Böylesi ortamlarda yöneticiler, aslında kendi esaretlerini elleriyle hazırlamış olurlar. Ayıp ve kusur araştırmak, milletin ahlâkını ifsat eder. Yöneticiler ve yönetimler, halkın kusurunu araştırmakla değil, huzurunu temin etmekle meşgul olmalıdırlar. Halkından kuşkulu yöneticiler, ne kendileri huzur bulur ne de halka huzur verirler. Hz. Peygamber, “Kim bir adamı rezil etmek amacıyla ifşa ederse, Allah da onu kıyamet gününde ifşa eder”(Ebu Davud) demiştir. Bir kavim Ukbe bin Amir’e gelerek şöyle dediler: “Bizim komşularımız hem içki içiyor hem de kötü iş yapıyorlar. Biz onların yakalanması için polise şikâyet edelim mi? Ukbe hayır; “Ben Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu duymuştum: “Kim bir Müslümanın bir ayıbını görür ve onu örterse, diri olarak gömülmüş bir kızı kabrinden diriltmiş gibidir.”(Buhari, Edebul müfred)  

Abdurrahman b. Avf, bir gece Ömer ile birlikte Medine’de bekçilik yapıyorduk. Bir evde bir kandil gördük. İçeride birbirine karışan yüksek seslerle bir topluluk bulunduğunu anladık. Ömer; “Bu Rabia b. Umeyye’nin evidir. O da şu anda içki içmektedir, ne dersin?” Ben de; Benim görüşüm o ki, biz Allah’ın yasak kıldığı bir şey yapıyoruz. “Birbirilerinizin kusurlarını araştırmayın”(Hücurat:12) buyurduğu halde biz kusur araştırdık. Bunun üzerine Ömer geri döndü ve onlara ilişmedi.(Abdürrezak) İslam’ın bu hüküm ve emirlerine uymak zorunda olan bir halk, ne diye ispiyoncuları ve hafiyeleri birbirlerine musallat etsin, neden insanların bürolarına dinleme aletleri taksın, telefonları dinlesin, mektupları ve buna benzer mahrem ve gizli kalınması gereken evrakları sansürden geçirsin ve belgelerin fotokopilerini çektirsin, yatak odalarının resmini aldırsın ve muhaliflerine şantaj yapmanın diğer yollarını arasın? Aynı şey kendilerine yapılırsa nasıl ki hoşlarına gitmeyecekse, mutlaka mümin kardeşlerinin de hoşuna gitmez, bundan dolayı empati yapmak gerekmektedir.  

Bu konuda bizim için şu hadis pek mühim mesajlar içermektedir: “Ey Allah’ın Rasulü! Bana beni cennete yaklaştıracak ve cehennemden uzaklaştıracak bir ameli haber ver” diyen şahsa, “Namaz kılarsın, zekâtı verirsin, haccı ifa edersin ve ramazan orucunu tutarsın. Kendine gelmesini sevdiğin şeyi insanlar için de seversin. Kendine gelmesinden hoşlanmadığın şeyden insanlar için de hoşlanmazsın”(Beyhaki) diye buyurdu. Ahlaksızlıkların yapılmadığı bir toplumun kardeşliği pekişmiş ve vahdetin oluşmasının önü açılmış demektir. Şunu belirtmekte yarar görüyorum: Kur’an’da ve hadiste farklı şekillerle yapılabilecek her türlü casusluk haram kılınmışken, bu işten duygudaşlık yaparak uzak durmak sadece duygudaşlık yapmak için değil, ateşten, cehennemden korunmak ve en önemlisi Allah’ın belirlediği sınırları aşmamak bilinciyle uzak durmak esastır. Casusluk büyük günahlardandır. İnsanı cehenneme götürebilecek bir amel olduğu gibi görgüsüzlüktür de. Vesselam.