Allah; “Ne zaman bir peygamber onlara nefislerinin arzu etmediğini (ilâhî hükümleri) getirdi ise bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler”(Mide:70) buyuruyor. Eskiden beri içtihat yapmak, tecditte bulunmak, dini birilerin istediğinin dışında yorumlamak; dışlanma, öldürülme, işkenceye tabi tutma sebebidir. Raşid halifelerden sonra İslam’ı hanedanlığa çevirenler tarafından başta dört büyük imam olmak üzere âlimler, işkence ve eziyete maruz kalmıştır. Ehli beyt’in imamları kimi şehid edilmiş kimine sürgün hayatı reva görülmüş, adeta dünyayı onlara zindana çevirmişlerdir. Ebu Hanife, dini prensiplere bağlılık göstermeyen siyasi otorite tarafından öldürülmüş, Malik, siyasi otoritenin çıkarlarına ters düşen fetva verdiği için kırbaçlanmış ve elleri felç olmuş, Ahmet, siyasi otoritenin planlarına karşı çıktığı için işkence ve eziyete tabi tutulmuş, Yemen’den elleri kelepçeli getirilen Şafii saltanat merkezi Bağdat’tan kaçarak Mısır’a sığınmıştır. Nesai, ayaklar altında çiğnenerek canına kıyılmış, Ma’bed el-Cüheni ve Gaylan ed-Dımeşki zındıklık yaftası vurularak öldürülmüşlerdir.
Sosyal medyada Mustafa Öztürk linç ediliyor. 43 dakikalık videosundan sadece 4 dakika 52 saniyesi makaslanarak aleyhinde propaganda yapılmaktadır. Bir filimi ortasından seyrederseniz katili ile maktulü birbirine karıştırırsınız. Aleyhinde konuşanlar işin ehli olsa gerçekten üzülmezdim, ancak ilimden hatta irfandan behresi olmayanlar tarafından linç edilmesi bir hezeyandır. Söz konusu videodaki konuşmada ne anlatmaya çalıştığını İlahiyat camiasıyla hemen hiçbir ilişkisi olmayan bazı insaflı insanların dahi son derece berrak şekilde anladıklarını görünce, bazılarının “Mustafa Öztürk Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu inkâr etti” şeklindeki tezahurat ve linç kampanyasına alkışla tempo tutup destek vermeleri meselenin “anlama/anlamama” sorunu olmadığını göstermektedir. Bu şekildeki bir linc aslanı çakallara boğdurma olarak değerlendirmek mümkündür. “bu hoca da nerden çıktı”, “bu hoca kimin hocası” diye manşetler atıldı. Sosyal medyanın ise Bremen mızıkacıları gibi tempo tutarak hocaya tehditleri, küfürleri havada uçuşuyor.
Kur’an’ın hangi ayetinde fikrini açıklamanın suç olduğu ve cezalandırılması gerektiği anlatılmaktadır. Hz. Peygamberin mescidinde Necran’lı Hıristiyan misafirler ağırlanmıştır. Bu misafirler İslam’ın batıl bir din olduğunu iddia ediyorlardı ve bunu tartışmak için gelmişlerdi.(İbn Sa’d) Hz. Ali, “Silahlarınızı halka karşı kullanmadığınız sürece istediğinizi söylemede serbestsiniz” demişti haricilere. Ancak aciz olanlar ve kendi fikirlerine güveni olmayanlar fikre karşı tehdit tedbirleri savunabilir. Hocanın 43 dakikalık videosunun özeti; “Kur’an-i Kerim mana itibarı ile Allah’a, lafzı Hz. Peygamber’e aittir” demiştir. Allah’ın muradı bir beşer lisanıyla aktarılmıştır denilmiştir. Bu tartışma daha Kur’an mahlûk mudur, değilmidir, tartışmalarının devamı niteliğindedir.
Kısa zamanda çok mesafe kateden; bir Kur’an meali, on adedi Kur’an üzerine yazılmış tam yirmi kitabı ve İbn Aşur’un tefsirini baz alarak hazırladığı ve iki üç cildi yayınlanmış toplam on’dan fazla ciltlik tefsir çalışması ile Türkiyede ender yetişmişlerin içerisinde sayabileceğimiz Mustafa Öztürk’e yapılan küfürler ve linç girişimini insafdışı görüyorum. Bu tür insanlar Hz. Peygamber’in lisaniyle, “isabet etseler iki, etmezlerse de bir sevaba”(Buhari,Müslim) nail olacaklarını düşünüyorum. Hadis insanları ilme teşviktir, çünkü insanlar kanaatlarını ve düşüncelerini rahat bir şekilde söylemeleri gerekir ki yeniden yapılanma ve asrın idrakina bir içtihatlar manzumesi çıksın. Tarihe baktığımız zaman İbn Teymiyye, İbn Rüşd, İmam Gazali, Şatibi’nin kitapları yakılmıştır. Düne kadar Afgani’ye, Abduh’a ve Reşit Rızay’a mason, Mevdudi’ye merdudi, Karadavi ve Seyyid Kutub’a mezhepsiz demediler mi? Söz gider yazı kalır, İnsanlar asırlar boyu Mustafa hocayı eserleriyle hatırlayacak, ona saldıranların ise esamesi kalmayacaktır.
İçtihat hareket ilkesidir, durağanlık kabul etmez. Durgun bir suyun üstüne su gelmez ve bir taraftan akıntı (sürkülasyon) olmazsa tadı, rengi ve kokusu bozulur. İslam, Kur’an ve sünnetten istifade edilerek yeniden yorumlanması gerekir yoksa işlevliğini kaybedecek bir din durumuna düşer. Eskilere sadık kalmak onların küllerine değil kor ateşini aktarmakla olur. Suyun denize akması onun asaletindendir. Suyu tersine döndürmek mümkün değildir. Onun için eski müçtehitlerimizin attıkları temelin üzerine yeni binalar yükseltmek onalara sadakattır. Aksi ise kokuşmuş bir balçığın içerisinde debelenmektir. Bunların Kur’an’ı hayata geçirilme diye bir dertleri yoktur. Aliya İzzetbegoviç’in deyimiyle; bunlar tefsir halkaları düzenliyorlar ve Kur’an’ı okuyorlar, bir daha okuyorlar, bir daha okuyorlar, böylece tonlarca ilim üretiyorlar, bütün bunların bir tek amacı vardır; okuduklarını hayata taşımayı göze alamadıkları için, anlamadık ya Rabbi diyerek uyanıklık yapıyorlar.
Badecilik, çocuk tecavüzcülüğü, yanmaz kefen satıcılığı, Peygamber terlikçiliği gibi rezilliklerle gündeme gelen karikatür gibi tiplerin linçe uğramak şöyle dursun, sayısız insan tarafından kellifelli şeyh/mürşid muamelesi görüp sahih Ehl-i Sünnet akidesinin en güvenilir temsilcisi olarak takip edildiği bu memlekette, tehlikenin adresi saptırılmaktadır. Bu memlekette yapılacak en doğru şey, bu işi bidatcı ve hurafecilere terk etmemektir. İslam ve ilme hizmet hurafecilerin ve mukallitlerin işi değildir. İçtihat; ilimde derinleşenler, zamanı iyi tanıyıp hür düşünenlerin işidir. Kur’an, sünnet ve siyeri bilmek, icma, kıyas, istihsan, istislah, umum-i belva, sedden lizzerai, zaman mekân ve iklim şartlarını da göz önünde bulundurularak yapılmalıdır. İçtihat; on iki ilmi okudum deyip, bununla iktifa edip başka hiçbir kitap okumamakla telafi edilecek bir şey değildir.
Sosyal medyada “Mustafa Öztürk’e ölüm” naralarının atıldığı bir kepazeliğe şahit oluyoruz. Mustafa Öztürk’ün 17/25 Aralık sürecinde cümle âlem korkudan sağa sola sıvıştığında, yarın neyle karşılaşırım diye bir saniye bile düşünmeden “Haşhaşiler” diye haykırdığını hatırlayın, “insan bir kere doğar, bir kere de ölür.” Türkiye muz cümhuriyeti değildir. Aşırı bilge, herşeyi bilen, hatasız ve ölümsüz kimseler yoktur. Hoca da İmam Malik’in Hz. Peygamber’in kabrini göstererek; “Bu kabirde yatanın dışında kim olursa olsun sözü alınır da terk de edilir” sözlerinin muhatabıdır. Hata eder, isabet eder bu âlimlerde sık sık görülen durumlardır. Hanefi Mezhebinin üçte birine takabul ediyor Ebu Hanife’nin görüşleri gerisi İmam Muhammed ve Ebu Yusuf’un içtihatlarıdır. Şafi’nin “kavli kadim, kavli cedid” (Eskisi ve yenisi) diye görüşleri vardır. Alimlerin ayak kayması olur fakat ilimleri onları doğrultur. Hz. Ömer’in, “Bu benim bu seneki görüşümdür” demesi daha önceki görüşünden vazgeçtiğini ve yeni malumatının geçerliliğini vurgulamıştır. Âlimin yerinde sayması ve hiç mesafe kattetmemesi ilmi donukluktur. “Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur”(Necm: 39) ve “Ameller niyetler göredir.”(Buhari) Lütfen bu meseleyi Allah’a havale ediniz ve kimsenin ilmi gayretini engellemeyiniz. Yoksa bir âlimin ilmi gayretlerine engel olma mesuliyetinin hesabı yüce yaratıcıya verilecektir. Vesselam.