Batılılar; “İslam eşitlik dinidir. Başka konularda eşitliği esas almıştır. Fakat kadın erkek hususunda bunu yapmamış ve bu ikisini “eşit” görmemiştir” derler. Yanı bu beyefendilerin çıkardıkları zımni sonuçların mantığı şudur: “Eğer İslam, kadını tam bir insan olarak görmüş olsaydı ona erkekle eşit ve benzer haklar tanıması gerekirdi. Hâlbuki ona tanıdığı haklar, erkeğinkiyle eşit ve benzer değildir. O halde İslam, kadını tam bir insan olarak tanımaz!” 

       Eşitlik, eşit olma durumudur; benzerlikse tamamen benzer ve aynılaşma hali demektir. Bir baba servetini çocukları arasında eşit şekilde bölüştürebilir; ancak bu bölüştürme eşit olduğu halde pekâlâ benzer ve “aynı” olmayabilir. Mesela muhtelif mallardan müteşekkil bir serveti vardır hem ticarethanesi hem ziraata müsait arazileri hem de kiraya verilebilecek gayrimenkulleri vardır. Ancak daha önce çocuklarını sınamış ve kimin neye yetenekli olduğunu görmüştür. Kendisi hayattayken servetini çocukları arasında eşit bir şekilde paylaştırmak isteyebilir. Bu konuda herhangi bir ayrıcalık gözetmeksizin eşit davranmak isteyebilir. Bu durumda çocuklardan her birine, kendi yetenek ve başarısının olduğu sahada mal bırakacaktır. Mesela ticaret ehli olana ticarethanesini, çiftçiliğe yeteneği olana tarlalarını, emlakçılığa yetenekli olana kiraya müsait gayrimenkullerini verecektir. 

      Nitelikle nicelik aynı şey olmadığı gibi, eşitlikle benzerlik de aynı şeyler değildir. İslam kadın ve erkek için “benzer” ve şeklen aynı hak ve vazifeleri asla tayin etmiş değildir. Ancak İslam, kadın karşısında erkeğe ayrıcalık da tanımamış ve ona hukuki imtiyazlar vermemiştir. Bütün “insanların insani haklar” açısından eşit olduğu ilkesinden hareketle kadın ve erkeğe de bu eşitliği uygulamıştır.      Eşitlik cazip bir terimdir, dünyanın üzerinde bir saygı ve hürmet uyandırmaktadır. Özellikle “eşit haklar” denilince bu terime duyulan hürmet artmaktadır. “Eşit haklar!” Cidden güzel ve kutsal bir terkip. Fıtratını korumuş bir insanın bu iki terim karşısında saygıyla eğilmemesi mümkün değildir. 

      Bir zamanlar bilim, felsefe ve mantık sahasında dünyanın en iyi payesinde yer almışız. Oysa bugün başkalarının “kadın-erkek haklarında benzerlik” teorisini, kendimizin “kadın-erkek haklarında eşitlik” teorisine tercih etmiş, “benzerliğin, eşitlik yerine bize yutturulmasına” seyirci kalmışız! Bu bir pancar satıcısının pancarlarını “armut” adı altında reklam etmesine benzer. Napolyon, Fransa’da 1804 yılında yapılan ihtilalden sonraki medeni kanunda, erkeğe tam ekonomik serbestîsi verirken, kadının ekonomik hürriyetini elinden alıp, erkeğe vermektedir. Gibb’in dediği gibi; dünya “Avrupalı barbar sürülerinin iğrenç muameleleriyle kirletildi. Hâlbuki kadınlar, İslam’ın ilk asırlarında, modern toplumdaki gibi yüksek bir mevki işgal etmeye devam ediyorlardı.”  

      Avrupa semalarını asırlar boyunca zulüm bulutları kaplamışken feodal beylerin ve onların ilham kaynağı olan papaların kelepçeleri altında ezilirken aniden hayatlarına giren İslam kültürü gözlerini açtırdı ve bugünkü modern kimliklerini onlara keşfettirdi. Bu nankörlükleri nedeniyle Watt; “İslam’a kültürel borcumuz konusunda biz Avrupalıların kör bir noktası var”dır. Gustave Le Bon; “Müslümanlar, sanat, bilim, yetenek ve ahlak konularında batılıların öğretmeni olmuştur. Bizlere medeniyeti getirmiştir” demişlerdir. 

      Eğer Allah, onu katından gönderdiği bir ilahi tevcih ile yetiştirmişse, bu gaybi bir hal olmaktan ziyade, amellerinde onu yönlendiren ve ruhen destekleyen bir lutfu ilahidir ki; erkek için geçerli olduğu kadar, kadın için de geçerli olan şahsiyetinin unsurlarından zayıf tarafın çizgi üzerinde çaba gösterirken izale edilmesi halidir. Makul bir gerekçe olmaksızın toplumun kabul etmediği zor şartlar altında, bu zorluklara karşı koyup dayanma noktasında erkek ve kadın arasında bir farkın olmadığını gösterir. İşin çıkış noktası ise, ahlaki sapma dairesinde toplumun olumsuz değerlerine karşı tavır koymada her ikisinin de eşit olduğudur. “Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, Ondan en çok korkanınızdır”(Hucurat:13) ayetinde olduğu gibi kadın erkek, hiçbir ayırıma tabi tutulmamıştır. 

      Kadın zorluklara karşı koyma, direnme noktasında, kişiliğindeki zaaflara karşı direnme alanlarında erkek gibi olumlu ve ruhsal açılımlar yapabilir. Allah katında ilahi mükâfatı sevap ve bağışlanmayı elde etmede aynı derecede olur. Bunu şu ayetten anlıyoruz: “Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevazı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”(Ahzab:35) 

       Asırlar boyu kadına hor bakan Avrupa, onun erkekle eşit olmasını engellemiş ve erkek gibi insani haklarına kavuşmasına karşı çıkmıştır. Şimdilerde ise, sırf onun fiziki cazibesinden yararlanıp maddi alanda istismar konusu yapmak amacıyla, acil kabul edilen ve gerçekle bağdaşmayan hatta istismar aracı olsun diye, kadına bir nevi sözde özgürlük verdiklerini sanıyorlar. Erotik pazarların açılması kadına ihanet ve izzetini, gururunu ayaklar altına almaktadır. Propaganda ve reklam aracı olarak, kadının beden ve estetiğini kullanıp, isteklerine alet etmek onu rencide eden aşağılayıcı bir tutumdur. Film ve dergi sayfalarında çıplak resimlerle kadının kullanımı ona ihanettir. Bu mudur kadına verdikleri özgürlük? Onu fitne aracı ve ahlaki değerleri dejenere edilerek çırılçıplak pozlarla iğrenç emelleri tatmin etmesi, erotik zevklerin doyurulması için bütün değerlerini hiçe sayıp, peşkeş çekilmesi midir özgürlük ve eşitlik? Bunu hangi mantık kabul eder? Hangi akıl ve basiret sahibi hazmedebilir? 

      Acı olan kadının bağımsızlığını savunan ithal fikirle beslenen kimseler, kadının insani, dini ve ahlaki değerlerden arınmasını neredeyse hürriyet diye takdim ederek derler ki: “Kadın bilimsel bir çığırın açılıp gaybi ve dini düşüncelerden uzak bir görünüş sistemini doğuran sanayi devriminden sonra hürriyetine kavuşma yolunda ilerlemeye çalıştı.” Bu görüş onları cinsel alanda sınır tanımayan bir düşünce tarzına itmiştir. Burada hiçbir manevi ve ahlaki değer dikkate alınmadan ilerleme uğruna hiçbir prensibe aldırmadan toplumsal değerleri yok etmekten başka bir şey değildir. Ailenin ve dolayısıyla uyumlu toplumların sağlıklı gelişmesine set çekilmek istenmektedir. Böyle kötü niyetli mikrop taşıyıcılarının toplumumuza da sirayet etmesi, için mi uğraş vermektedirler. Zira bunlar sınırsız cinsel ilişkilerin toplumlarda kabul görmesinin savunucularıdırlar. Vesselam.