Hz. Peygamber kendisine gelen vahyi, bugün Topkapı Sarayında gördüğümüz hat sanatlarıyla yazılmış levhalar gibi hüzn-ü hat ustalarına yazdırmadı. Bugün Kur’an ayetleri güzel sanatlarda şekiller verilerek kaleme alınmış ki, Kur’an’ı okuyup anlamayacaksınız, sadece uzaktan bakarak o, ne güzel yazılmış, şekiller verilmiş diye hayretler içerisinde sadece seyredeceksiniz. Oysa Hz. Peygamber böyle mi yaptı? Hayır. O, Kur’an’ın ayetleri ona peyderpey gelirdi ve uygulayarak, toplumdaki şirki yıktı, tevhidi bina etti, cahiliye toplumunu yıktı ve onun yerine İslam toplumunu getirdi. Oysa bunun için önümüze ciltler dolusu kitaplar getiriyorlar. Sahabe anlatıyordu; “Gelen vahyi uygulamadan diğerine geçilmiyordu.”(Ahmed) Bu gün Kur’an güç nispetinde uygulamalı okunup, Hz. Peygamber’e ve ona uyan sahabesine uyulursa, onlara verilen bugün de verilecektir.
Din bezirgânları, insanları sürekli Allah’ın gazabıyla korkuturlar. Allah’ın gökten üzerlerine doğal afetler indirip, azap göndermesine karşı uyarırlar. Sonra bu bela ve musibetlerden kurtuluş için Allah nezdinde nazları geçtiğini iddia ettikleri, gerçekte ise Allah’ın hükümranlığına ortak kıldıkları yatırlara sığınmayı onlara önerirler. Müslümanlar Hristiyanlıktaki papalık makamını devşirdiler. Dünyadan el etek çekmeleriyle rahipleri, münzevi yaşamlarıyla manastır hayatını taklit ettiler. Boyunlarına tesbih astılar. Ney nameleri eşliğinde raks etme, ölülere israf derecesinde koku sürme, abartılı cenaze merasimleri düzenleme, cenazelere kurbanlar takdim ederek, kabirlerin başına yapılar inşa edip onları ziyaret etme, kandillerle aydınlatma, karşısında tevazuyla eğilme, kabirde yatanlara umut bağlama gibi adetler edindiler. Böylece Kur’an ve mütevatir sünnet ve ilk nesil selefin icmasına göre dinlerinde yeri olmayan bir takım adetleri şiar edindiler.
Hz. Peygamber, “Müslümanların dertleriyle dertlenmeyenler bizden değildir”(Tirmizi) diyor. Bunlar çok yaldızlı, süslü, büyük sözler söylüyorlar. Ama sorarım size, bunların Filistinli Müslümana ne yarar sağlar? İbadet ritüelleri ve züht üzerine ahkâm kesen bu beyler niçin İslam ve emperyalizm üzerine tek bir cümle söylemiyorlar? Siyasi boyutu olmayan her açıklama soyuttur. Çünkü toplumu nasıl değiştireceğine dair önerileri yoktur. Söylediklerinin hakkiyle uygulanacağı, ayak basacağı İslami bir zemin yok. İşte bunun için politik bilinç, siyasi bilinç mutlaka şarttır. Yoksa içinde yaşadığımız cahili ortamı değiştiremeyiz. Çünkü kendimizi, ailemizi, toplumumuzu, içinde yaşadığımız sosyal pratiği belirleyen siyasi güç var. Bu güce karşı belirleyeceğimiz stratejimiz, vereceğimiz cevabımız yoksa bunlardan milyonlar olsa fark etmez.
Siyasetçilerin istibdat politikalarını bu türden bir strateji üzerine kurduklarına şahit olmaktayız, çünkü bu yapılara oy deposu gözüyle bakıyor ve böylece iktidarlarını sürdürüyorlar. Onlar ise üstünlük ve yücelik duygusuyla halkı korkutur, zorbalık, gasp, cebir ve şiddete boyun eğdirirler. Bu şekil halkı terbiye ederek kendilerine muti hale getirirler; artık halk onların çıkarlarına hizmet eder ve sadece onları memnun eder hale gelirler. Zamanla bu bir sürüye dönüşürler; efendileri sütlerini sağıp içerler, sırtlarına binerler ve onların varlıklarıyla övünürler. İngiliz komutan Hamilton Bağdat’a girdiğinde, sabah namazının sesiyle uykusundan fırlar ve tedirgin bir şekilde bu kimse onu bana hemen getirin der, müezzin apar topar getirilir, Hamilton ona bu neyin çağrısıdır, yoksa halkı bize isyana mı davet ediyorsun? Müezzin hayır efendim ben sadece namaza davet ediyorum deyince, o halde İngiliz yasalarının bunda zararı yok der ve git o zaman istediğin kadar bağır dedi.
Şu anda kendilerinden medet umduğumuz en büyük olarak kabul ettiğimiz zatların mezarları Irak, Suriye ve çeşitli yerlerde yerle bir edildiler, kendi mezarların korumaktan acizdirler, bize ne faydaları olacaktır. Onlar hatasıyla sevabıyla şu an Allah’a hesap veriyorlar. Öyleyse direk Allah’tan istemek lazımmış! Şah Veliyullah Dehlevi, “Duaların kabulü için mezarları, türbeleri ziyaret eden kişi cinayetten daha kötü bir iş yapıyor demektir. Bunu yapmakla herhangi bir puta tapmak arasında pek fark yoktur. Bu işi yapanların fiiliyle Lat ve Uzza’ya tapanların fiili arasında çok fark yoktur” diyordu. “Beşerin böyle delaletleri var / Putunu kendi yapar kendi tapar” diyordu şair. Bunların dünyevi beklentileri olduğu için, delail ve evrat okumayı Kur’an okumaya; yine Allah dostu olduklarına inandıkları evliya adına yemini Allah adıyla yemine tercih ediyorlar. Bu tür bidat ve hurafelere karşı çıkanlara, bazı pişkinler, “zamanı değil” diyerek bunların tamamen hayal mahsulü olarak ürettikleri bir takım değer yargılarını toplum inşası için zorunlu gördüklerini, mazur görüp, batılın yayılmasına zemin hazırlarlar. Tolstoy, “Kötüler, kendilerine tahammül edildikçe daha çok azarlar” diyordu.
Bunlar zulüm gördükleri zaman halka; “Bu bir kaderdir; karşı konulmaz. Bu durumda yapılması gereken, sabırla kabullenmektir. O nedenle dilinizi boş ve fuzuli sözlerden sakının! Kalplerinizi miskinliğe ve uyuşukluğa alıştırın! Sakın ola ki tedbir almaya kalkışmayın! Gayretullah’a dokunur. Virdiniz daim şu olsun: Allah’ım yöneticilerimizi muzaffer eyle, vatanımızda bizi güvenli kıl, başımızdan belayı def eyle. Bize sen yetersin. Sen ne güzel yardımcısın” derler. Müslümanlara Suriye’de bu minval üzere tavsiyelerde bulunanlar, Esad’ın zulmünden kaçmışlar ve şimdilerde başka devletlerde saltanatlarını kurmuş aynı yöntemi uygulamaktadırlar!
Allah’ım! Ya Rabbi! Ne kadar hoşgörülüsün! Sofilerin müstebit yöneticilere “Emir’i azam Allah dostlarından bir dost ve bütün yaptıklarını Allah’tan gelen ilhamla yapar. O zahirde işleri yürütür. Batında ise onları kutbü’l-gavs yürütür” demeleri batıldır. Atasoy Müftüoğlu, “Türkiye'nin her tarafından akın akın kastedilen bir şeyhin yanına gitmiştim, otobüsten inerken bir sakallı beni karşıladı, oturup bir çay içelim mi? Peki dedim, “dünyayı kim yönetiyor biliyor musun?” Amerika ve Rusya’nın başkanları dedim, gülümseyerek yok ya! Esas dünyayı bizim sultan yönetiyor onlar zahirdekilerdir dedi. Ben de ona “eğer dünyayı sizin sultan yönetiyorsa çok kötü yönetiyor ya! Müslümanların içindeki sefaleti görmüyor mu? Bu izzetsizlik Müslümanlara niçin reva görülüyor?” dedim. hemen yanımdan ayrılıp gitti. Ebu Hanife; “İstikamet kerametten üstündür” diyordu. Kokuşmuş merdiven altı Kanaatlar ehlisünnet görüşü olamaz. İbn Rüşd, kitapları cayır cayır yakılırken gözyaşlarını tutamayan bir öğrencisine döner ve “Şayet bu Müslümanların durumuna ağlıyorsan, emin ol ki tüm denizler akıttığın gözyaşına yetmez. Yok, eğer yakılan kitaplara ağlıyorsan bil ki bu fikirler kanatlıdır; o kanatlarla uçup sahiplerine ulaşır…” demişti. Vesselam.