Bu dönemde düşünceler felç olmuş, şahsiyetler satılır olmuş, zahitler köşelere çekilmiş, bazıları da ticaretin tadına varmış ve zengin olmuş, Müte harbinin gazi komutanına “niçin firar ettin” diyen gençlerin bu günkü varisleri karamsar veya sapmış, cefakâr ve yol göstericilerimiz yaşlılar ve büyüklerimiz ölmüş, susmuş, satılmış veya neme lazım diyerek saklanmışlardır. Bu dönem kitlelerden ses çıkmıyor! Kalemleri kırılmış, dilleri kesilmiş, ağızları dikilmiş, bütün hakikat üsleri samimi erlerin başına yıkılmıştır. Ne yazık ki toplumumuzda gösterişçi, sahtekâr ve taklitçi kalemlere daha çok itibar edilmektedir. Sorumluluk taşıyanlar yapayalnızdır, ama bu ideolojide yalnız da sorumludur. Bu ideolojide yalnız bile insanların kaderini belirleyen mutlak güçlere karşı koymakla yükümlüdür. Çünkü sorumluluk, güç ve imkândan değil, bilinç ve imandan doğar. En çok sorumlu olanlar da en bilinçli kimselerdir. Bilinsin ki, memleketleri harabelere çevirip yerle bir eden sel ve çağlayanlar yağmur damlacıklarından meydana gelmektedir.
15 Temmuz Feto hain kalkışması bu şekilde önlenmedi mi? O gün o rahmet damlacıkları bir araya gelip çağlayanları meydana getirmemiş olsaydı; şimdi durum başka olmayacak mıydı? Tamamıyla ABD'nin güdümünde bir yönetim bizleri yönetmeyecek miydi sanıyorsunuz? Onun için aklımızı başımıza devşirip oyunlara gelmeyelim! Yönecilerinizi değiştirmek mi istiyorsunuz, onun yolu muarızların ve dahi İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürmek değil, halka güvenip onlara havale etmektir, yani seçim yoluyla demokratik hakkımızı kullanarak bu kutlu vazifeyi ifa etmektir.
Bütün aydınlar, bilinçli kesimler, İslam’ın getirdiği hak, adalet ve özgürlüğe bağlı kimseler, acı çekmiş, sorumluluk duyan ve çözüm yolu arayan herkes “Öyleyse ne yapmalı?” sorusuyla karşı karşıyadır. Bu soruya her kesim kendi zaviyesinden cevaplamaya çalışmaktadır: Cebriyeci kesim, “Hiçbir şey” diyor. Olanlar bir hikmetle olmuştur. Bu hikmet ilahi bir hikmettir. İlahi takdir, bunun böyle olmasını istemiştir. “Verilene karşı sus, alnından düğümü çöz / Ben de, sen de seçecek güçte değiliz!” diyor ve Muaviye'nin icat ettiği kader anlayışına sarılıyorlar ve kötülük olsun, iyilik olsun, yapılan her şey ezeli dileme kaleminden geçmiştir ve “Sen yönetimi dilediğine verirsin, dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltırsın”(Ali İmran: 26) ayetinin esas maksadının ‘kim çalışırsa ona veririm’ olan Allah’ın muradını saptırarak, kötülere karşı ses çıkarılmamasını istiyorlar.
Kimisi de avam, sürüye benzer. Âlimlerin işine karışmak, had bilmezliktir. En iyi hüküm veren Allah’tır. En çok merhametli olan da odur. Ne yapılması gerektiğini araştırmak bize mi kaldı? Böylece “Onlar, ille de buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerinin gelmesini mi beklerler?”(Bakara: 210) ayetini hiç duymamış gibi Allah’ın bizi fiziki olarak yönetmesini bekleyerek, hak sözü batıla alet ediyorlar. Avamı sürü yerine koyan bu zavallılar! Onları sürüye benzetiyorsunuz ama çobanın ne yapması gerektiğini bilmiyorsunuz! Hz. Peygamber ve ashabı ne diye savaştı? Sorun canilerin, halkın kaderini ellerinde bulunduruyor olması mıdır?
Mistik düşünce ve dindar kesim de “Allah’a giden yollar, yaratıkların sayısıncadır.” Yapılması gereken sadece mücadele etmek midir? Her şey yapıldı da bu mu kaldı? Namaz dinin direğidir, cihat etmek ise iyiliği emredip kötülükten alıkoymanın yalnızca bir türüdür. İnsanımız namazın bütün adap, ahkam, şart ve ön hazırlıklarını biliyorlar mı? Şüpheli durumlarda ne yapması gerektiğini ezbere biliyorlar mı? Namaz girişi olan taharet ve necaset adabını öğrendiler mi? Bu gerekli değil mi? Biz kendimizi ıslah ettik mi toplumu ıslah edelim? Bencillik ve hatadan arınabilecek bir düzeye ulaştık mı? Heva ve hevesten kurtulup tertemiz ve masum diyebilecek düzeyde miyiz? Dua ve zikir cennetin anahtarlarını kazasız belasız, başın ağrımadan elini uzatır! Bu kadar iyi iş duruyor; miskinleri yedirmek, yakınları gözetmek, nefsi arındırmak, ziyaret, ibadet, vakıf, adak, zikir, virt, dua, ravza ve şefaat… Bütün bunlar bazılarının cihat yoluyla ulaştığı noktaya ulaştırır. Bir de Hz. Peygamber’e iftira atarak; “Küçük cihattan büyük cihada döndük” büyük cihat hangisidir? denildiğinde, “Nefse karşı yapılan cihattır” uydurma hadisi de takviye ederler.
Yakın tarihimizde, din mahkûm edilmiş, ezanlar susturulmuş, camiler atların ahırlarına çevrilmiş, insanımızın hürriyet ve özgürlükleri elinden alınmış, memleketi üç sente mahkûm etmiş olanlara karşı; din ve vicdan hürriyetini savunup ve memleketin ekonomik olarak kalkındırmasına katkıda bulunan ve mücadele edenleri hayırla yâd ediyorum, fakat bugün varisleri olduğunu söyleyip de bunların safında olanları da ayıplıyorum. Dış baskılara aldırış etmeyip devrim niteliği taşıyan başörtünün bütün kamusal alanlarda serbest edilmesi ve Ayasofya’nın ibadete açılmasını sağlayanları kutluyorum. Ancak kinleri ve nefisleri, hakkı perdeleyenler; başörtüsü ve Ayasofya devrimlerini itibarsızlaşarak Müslümanların sevincine engel olanları da kınıyorum.
Batıl yol alıp gidiyor. Çanın sesini işitip de ayılanın feryadı boşunadır. Co Baydın’ın Boğaz içi olaylarından haberi yoktur ve içerdeki kiralık kafalar iyi niyetli olduğunu söylemek saflıktır. Boğaziçi: Robert College adıyla 1863’de Amerikan okulu olarak kurulmuş. Hem lise hem de yüksek (üniversite) kısmı vardı. Devletle yapılan mutabakatla yüksek kısmı 1971’de Boğaziçi Üni. Adıyla kamu üniversitesi haline gelmiş Boğaziçi Üniversitesi zengin kütüphanesi, binaları, laboratuvarları vs. İle Robert Kolej'in yüksek kısmının devamıdır. 1971’den beri Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne atananlar sırasıyla: Aptullah Kuran, Semih Salih Tezcan, Ergün Toğrol, Üstün Ergüder, Sabih Tansal, Ayşe Soysal, Kadri Özçaldıran, Gülay Barbarosoğlu, Mehmed Özkan, Melih Bulu. Bunlardan son atanan Melih Bulu hariç hepsi sabataist ve CHP’li, yani Boğaziçi CHP’nin arka bahçesi!
Bin 1500 oy alan kişiye karşı 1 oy alan kişilerin nasıl rektör olduğunu anlatmaya gerek duymuyorum bile... Melih Bulu üzerinden kıyameti koparanların sicili bu tür kirli ilişkilerle dolu. Ve şimdi bunlar, “Üniversite öğrencilerinin istemediği Melih Bulu derhal istifa etsin” diye sözüm ona ültimatom yayınlıyor. Dikkatinizi çekerim! Boğaziçi'nde okuyan öğrenci sayısı 15 bin... Boğaziçi Üniversitesi önünde eylem yapanların sayısı 300, siz deyin 500 kişi. Bunların yarısından fazlası da öğrenci bile olmayan terör örgütleriyle irtibatlı tipler... Yaklaşık 13-14 bin öğrenci yapılan atamaya tepki koymuyor, yapılan eylemleri belki de gereksiz görüyor. Ama CHP'liler buna rağmen “değişecek” diye diretiyor. Anlayacağınız azgın azınlık eski Türkiye'nin özlemiyle son kozlarını oynuyor. Sağcı, muhafazakâr ve İslam'ı referans alanlar Kâbe ayaklar altına alınıp putlar diriltmek isteniyor, diliniz mi tutuldu? Vesselam.