Allah, “İnsan bir sıkıntıya düştüğünde bize yalvarıp yakarır. Ona tarafımızdan bir nimet verdiğimizde ise: “Bunu bilgim ve becerim sayesinde elde ettim” deyiverir. Hâlbuki o bir imtihandır; fakat insanların çoğu bunu bilmez.(Zümer:49) Sizi mutlaka biraz korku ve açlık ile biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden noksanlaştırmak suretiyleimtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!” (Bakara:155) diyordu.

Bir kişi bile yok ki ben Corona’dan şunu öğrendim demesin. Hepimiz kendi kuyumuzun elverdiği kadar su çıkarttık. Fakat hepimizin çıkarttığı ortak bir ders var desem çok mu ileri gitmiş olurum? Eve kapanan insanlık anladı ki aslında ihtiyacı olan tek şey bir somun bir hırka, dostluk ve başının üzerinde bir dam. İnsanlık bununla da mutlu olunabileceğini gördü. İnsanlık kolunda en pahalı saat, sırtında en pahalı kıyafet olmadan yaşanabileceğini gördü. İnsanlık bırak en pahalı restoranlara gitmeyi kaldırımlara hasret kaldı. Herkes esas ihtiyaçlarını anladı. Ne çok şeyimiz varmış dedik. Tıklım tıklımmış İçimiz dışımız. Tek kıyafete düştük. Dünya çekti pijamalarını ekran karşısına geçti. İnsanlık hali dedik. Kat kat ayakkabılarımız, top top kıyafetlerimiz dolapların içinde kaldı. Her şeyin başı sağlık dedik.

Sevdiklerimizi özledik. Hadiste; “İki Müslüman müsafeha ederse, elleri ayrılmadan günahları affolur.(Bezzar) Müsafeha edip Allah’a hamd edilince, günahlar dökülür.(Hâkim) Tokalaşın ki, kalplerinizdeki kin gitsin!”(Muvatta) denilmişti. Sarılmak ne önemliymiş meğer. “Rasulullah, amcası oğlu Câfer Necaşi’den döndüğünde onu karşıladı, kucakladı ve gözlerinin arasından öptü.”(Ebu Davud) Rasulullah Fatima’nın hanesinin önüne geldi ve torunu Hasan’a; “Küçük orada mısın?” Hasan koşarak gelince Rasulullah onu kucakladı ve öpüp kokladı.”(Buhari) Aslında, sarılmak bir kalbin bir ötekine değmesi. O birkaç saniye, kalp atışlarının birbirine değdiği an insana huzur veriyor. Dostlarıyla bu hastalıktan hiçbir ders çıkarmadan Allah’a isyan ederek; ekran başında kadeh kaldıranlar da oldu, doğum günü kutlayanlar da. Kimisi yalnızlıktan usandı, kimisi yalnızlığıyla barıştı.

Ayette denildiği gibi; “Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında: “Rabbim! Der, beni geri gönder.”Mumtahine:9) Korkularımızla da yüzleştik. En çok da ölüm korkusuyla galiba. Çok yakın geldi. Bir kol mesafesindeymiş meğer onu görmüş olduk. Kimi aldırmadı, kimi kaçtı. Ama daha da önemlisi hepimize potansiyel suçlu gibi hissettirdi. Öyle ya, başkasının bu hayatta olmasından sorumlu olduğumuzu zorla öğretti, başımıza kaktı. Bir dakika, ben hasta değilim belki ama ya başkasını hasta edersem? Hiç bu kadar toplu halde düşünceli olmak ve davranmak durumda kalmamıştık.

Corona’ya yakalananlar bilir! Bendeniz de bu illete yakalandım, inanınız insanın üzerinden vibrasyonlu silindir geçiyor gibi oluyor. Bütün eklemler ve sinirler öyle bir acı veriyor ki tarifi kabil değil, hiçbir yemekten tat alınmadığı gibi hiçbir koku dahi alınmaz. Bir dostum corona hastalığının tarifini benden istemişti de kendisine; anlatılmaz, ancak insan yakalandı mı anlar. Ama ben şu kadarını söyleyebilirim; çok af edersiniz, bana fosseptik kokusu geldiği zaman sevinmiştim! Çünkü iyileşmenin alametleri belirmişti! İşte böyle bir hastalık Dünya müstebitleri ve kan emicileri zalimler hariç fakat gayri Müslimlerin bile bu hastalığa yakalanmasını arzu etmiyorum.

İnsan dünyanın başına bela olan bu illetli günleri fırsata çevirebilir! Allah’ı bol hatırlamak ve duada bulunmak, geçmiş günahlarıyla yüzleşip tövbe ve estağfarda bulunmak, akidesini tazelemek, çünkü akide, bireysel ve toplumsal olarak, İslami binanın oluşmasında en önemli olan temeli oluşturur. İman, kıskanç bir kadın gibi, iman etmiş olandan, her an ilgi ve korunma ister. “Ey iman edenler! İman edin …”(Nisa:136) Uyarısında bulunur. Sahabe de birbirlerine “Gel bir saat iman edelim. Zira kalp iyice kaynadığı zaman tencereden daha çok alt üst olur” derlerdi.

Erıc Hoffer’in dediği gibi; “İlerlemeye yönelik ölçülü arzu bile inanç aracılığıyla sürdürülür.” Tolstoy, “İman ve itikat, insan ne olduğunu ve dünyada niçin yaşadığını bilmektir. Eğer bir millet kötü yaşıyorsa şu hal ancak o milletin kendi itikat ve imanını kaybetmesinden ileri geliyor” diyordu. Bir kişilik, benlikten daha yüksek değerlere yönelmemişse, kaçınılmaz olarak yozlaşma ve çürüme baş gösterir. Şu üç inanç esası olmaksızın ahlakın ayakta durması, vücut bulması düşünülemez: “Allah’ın varlığı, ruhun ebediliği ve ölümden sonraki hesap inancı. Zira ameller, ilişkiler ve ahlak bu temel üzerine bina edilir ve beraberinde düşünme usul ve bilgiye ulaşma yöntem birliğini gerektirir. 

Akide bozuk olunca, artık hiçbir şey yolunda gitmez. Her taraftan fırtınalar ve fitneler bünyeyi sarar ve tahrip eder. “Hakikat ”in ve “iman”ın, bir kere elde edilince kaybedilmeyecek sabit bir olgu olarak görülmesi neticesinde aranacak bir şeyin kalmadığı vehmiyle atalete düşmek, inançlı toplumlar için ciddi problemler oluşturmaktadır. “Bir gemi arıyorum pusulası imandan…/Alıp beni götürsün hüzün dolu limandan” Tarihin çeşitli dönemleri arasında yalnızca bir tek önemli fark vardır, o da inançlı dönemler ile inançlı olmayan dönemler arasındadır. İnançlı olanlar serpilip gelişir ve canlıdır, inançlı olmayanlar ise çürür ve en sonunda ölür. 

Corona günlerimizi fırsata çevirmek bizim elimizdedir. Kur’an’ın anlamı, “okunacak şey” İlk inen ayetin “oku” ile başlıyor olması, dinimizin okumaya ne kadar önem verdiğini anlamak için yeterlidir. Kur’an insanlara “Oku!” dediği zaman, onları “okuyan varlık”lar olarak kabul etmiştir. Bunu yaparak fıtratımızın bu temel yönüne dikkatimizi çekip onu kavrayışımızın merkezine taşımaktadır. Mürekkebin akmadığı yerde kan akar, mürekkeple yazılanı okumak gerek. Tolstoy, “Okuma hevesimi dünyanın bütün hazinelerine değişmem” diyordu. Kitabın tatili olmaz keyfi olur. Öğrenmekten başka eğlence tanımam. Okumayı bırakmak ölmektir. Gençlerini kitaplarla beslemeyen milletlerin sonu hüsrandır. Bilgi okumakla elde edilir. İnsanın karnı yiyecekle doyabilir ancak, insanın aklını bilgiyle doyurabilmek mümkün değildir. Kurnaz insanlar ilmi küçümser, sıradan insanlar ona hayrandır, bilgeler ise onun nimetlerinden olabildiğince yararlanır. Hz. Ali; “bilgiyle dirilenler ölmez” demiştir. Bilgiye hâkim olan dünyaya hâkim olmuştur. Bilgi cesaret verir, cehalet küstahlık verir. Bilgi bir ışık gibidir. Onu kullanırsan daha parlak olur, kullanmazsanız söner. Bilgiyle desteklenmeyen her izzetin sonu zillettir. “Eğer ilim olmasaydı en güçsüz aslan / Şerefe insandan daha yakın olurdu.” Coronalı günlerde, alın size fırsat. Vesselam.