Hz. Peygamber, fesahat ve belagatin zirvesindeydi. Ona bu kabiliyeti yüce Allah vermiştir. Hz. Ebubekir bir defasında ona; “Araplar arasında dolaşıp fasih konuşanlarını dinledim ve senden daha fasih konuşanını duymadım. Sana bu edebi kim verdi? (Yani kim öğretti). O da şöyle cevap vermişti: “Beni Rabbim edip kıldı ve beni güzel tedip etti”(Acluni) demişti. 

Hz. Peygamber, az sözle çok derin ve hikmetli anlamlar içeren cümleler kurar, konuşmalar yapardı. Tane tane konuşurdu. Acele konuşmaz, anlaşılmaz kelimeler kullanmazdı. Öyle ki dinleyen, kelimelerini sayılabileceğini zannederdi.(Buhari, Müslim, Tirmizi) Konuşmalarının başında, sonunda veya uygun bir yerinde dikkati çekmek, anlamasını sağlamak veya uyarıda bulunmak ya da bir meselenin önemini belirtmek amacıyla bazı sözleri üç defa tekrar ederdi. (Tirmizi, Buhari, Müslim) Sözleri gayet açık ve anlaşılır idi. Hangi anlayışta olursa olsun, onu dinleyen herkes anlardı. Boş şeyler üzerinde konuşmazdı 

Hz. Peygamber, söze başlarken de bitirirken de dudakları ile konuşurdu. Sözlerinde ne bir fazlalık ne de bir eksiklik olurdu. Konuşması son derece tatlı ve gönül okşayıcı, kelimeleri net, ne fazla ne de eksik idi. Tane tane konuşur, her cümlesi, dinleyenler tarafından rahatça anlaşılırdı. “Rasûlullah çabuk çabuk konuşarak sözlerini arka arkaya sıralamazdı.”(Buhârî) Sözleri gayet açık ve anlaşılır idi. Hangi kapasitede olursa olsun, onu dinleyen herkes söylediklerini anlardı.(Ebu Davud) 

Aceleci, telaşlı hiçbir varlıkta düzen bulunmaz. Onun için kışın yağan kar taneleri gibi ardı ardına, hiç kesilmeden söylenen heyecanlı sözler genç bir konuşmacının ağzından dinlersiniz, hafif baldan tatlı sözler de bir tecrübeli yaşlının ağzından dökülür. Emin olunuz ki, hızlı, taşkın bir konuşma gücü gezginci bir konuşmacıya, büyük ve ciddi bir konuyu öğrenmek amacıyla işleyen konuşmacıdan daha çok yaraşır. Ama bu konuşmacının hızlı konuşmayayım diye rölantiye alınan bir motor misali ağzından tane tane söz çıkarmasını ve arabanın yerinden deprenmemesini ve insanları sıkması da istenmez. Ne herkesin kulağını kendine döndürsün ne de sağır etsin onları. 

Çünkü zayıf, kuru bir anlatım, dinleyicinin dikkatini azaltır; dur akmasından, gecikmesinden bıkar. Buna karşılık, söylenmesi beklenen bir düşünce, alelacele dokunulup geçilen bir düşünceden daha kolay yerleşir zihne. En sonunda dinleyenlerine temel ilkeler verdiği söylenir, kaçıp giden bir şeyle iletişim kurulamaz ki! 

Gerçeği bulmaya çalışan bir konuşma hem iyi düzenlenmiş hem de sade olmalı; halkın konuşmasının gerçekle bir ilgisi yoktur. Kalabalığı harekete geçirmek, kararsız kulakları bir atılımda yakalamak isteyen bir konuşmacı, sürükleyecek bir kalabalık bulmaz kendine, kendisi savrulur gider. Kendini yönetmeyen, başkasını nasıl yönetebilir? Peki, ruhları iyileştirmeye adanmış bu konuşmanın bizim yüreğimize işlemesi gerekmez mi? Kalıcı bir ilaç yararlı olur yalnız. 

Birkaç söz ve laf kalabalığı, yararlı olmaktan çok kaba bir gürültüdür. Oysa halkı dehşete düşüren konuların hafifletilmesi gerekir; aşırı ihtirasların yatıştırılması, göz boyayıcı olanların atılması, sefahatin önlenmesi, hırsa gem vurulması gerekir. Bunlardan hangisi uçar gibi bir hız içinde gerçekleştirilebilir? Hangi hekim, hastaları kapıdan uğrayıp geçerek tedavi eder? Böyle seçilmeden, ağza geldiği gibi boşanan sözlerin gürültüsü insana zevk bile vermezse bunda şaşılacak ne var? 

Nasıl ki, olabileceğine inanmadığın birçok şeyi görerek öğrenmek yeterliyse, sözcüklerle oynayan bu tür konuşmacıları da bir kez dinlemek yeter de artar bile! Hz. Peygamber; “Öyle bir zaman gelecek ki, ineklerin otu geğirdiği gibi kelimeleri geğirecekler”(Ahmed) diyordu. İnsan onlardan öğrenmek, onları taklit etmek ister mi? Konuşması curcunaya benzeyen, taşkın zapt edilmez olanların ruhu için nasıl bir kanıya varır insan? 

Nasıl ki yokuş aşağı koşanların nerede duracağı bilinemezse, onlar bedenlerinin ağırlığı altında itilerek varmak istedikleri yerde daha ileriye atılırlarsa, bu hızla söyleme yöntemi de ne kendini tutabilir ne de topluma bir onur sağlar. İlim, sözleri fırlatmak değil, yerine oturtmak, adım adım ilerlemek zorundadır. Anlatım çok güçlü olmalı, ama ılımlı kalmalı. Su hep akmalı, ama sel götürmemeli. Konuşma pürüzsüz akıp gitmeli, gürül gürül akacak yerde dengeli akması tercih edilmeli. Sözler hazır olsalar da, hatibe zahmet vermeden akıp gitseler de akışları düzene konmalı yine de. Çünkü bilge kişiye nasıl daha sade bir yürüyüş yakışırsa, konuşması da atak değil, derli toplu, özlü olmalı. Kısacası ve söylediklerimin özeti: Yavaş konuş! 

Hz. Peygamber, “Kişinin cemaat huzurunda yaptığı konuşmanın kısa olması, onun irfanının alâmetidir... Şüphesiz öyle sözler vardır ki, insanı büyüler”(Müslim) demiştir. Bundan dolayı konuşma insanları sıkacak kadar uzun olmamalı ve hikmet dolu olmalıdır. Rasûlullah’ın bu latif sözünde tuttuğu yol, mert ve yiğit kişiye yakışan süsten ibarettir ki, sözde mertlik, söze verilen ziynette mertlik yoludur. Rasûlullah’ın yaptığı seci yemekteki tuz ölçüsündedir, hiç fazla değildir. Hz. Peygamber, güzel sözün ve hitabetin büyük rağbet gördüğü bir çevrede iddiasız fakat mükemmel bir hatip olarak görülmüştür. Konuşurken kekelemek, harfleri, kelimeleri iyi telâffuz edememek, sözü getirememek, cümlenin sonunu getiremeyip sözü karıştırmak, dişlerini kenetleyip konuşmak, konuşurken parmak çıtlatmak, sakalını karıştırmak, ellerini ovuşturmak gibi manasız hareketlerde bulunmamıştır. Eğer böyle bir durumu olsaydı, edebiyata meraklı bir topluluk olan Araplar tarafından tenkide uğrardı. Ona çeşitli iftiralar yapan bu topluluk onun böyle bir kusurundan lâf etmemişlerdir. Vesselam.