Hz. Peygamber’e Medine’ye hicret emri verilince, kişi babasına, baba oğluna, kardeş kardeşine, koca hanımına: Bize hicret etme emri verildi, demeye başladı. Onlardan kimisi hicret etmekte elini çabuk tuttu. Kimisi hicret etmeyerek şöyle dediler: Eğer hicret yurduna çıkıp gitmeyecek olursanız size hiçbir faydamız dokunmaz ve size en ufak bir şey harcamayız. Kimisine de hanımı ve çocuğu asılıp duruyor, ona Allah aşkına gitme, biz senden sonra kaybolur gideriz diyordu. Bunun üzerine “Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin” (Tevbe:23) ayeti nazil odu. Hicret etmeyenler hakkında da “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin” (Tevbe:24) ayeti nazil oldu. 

Hz. Peygamber, “Şeytan ademoğluna karşı üç yerde pusu kurmuştur: Niçin kendi dinini ve atalarının dinini bırakıyorsun? Kişi ona muhalefetle İslama’a girer. Yine ona: Malını ve aileni mi bırakacaksın, der. Kişi ona muhalefet eder ve hicret ettikten sonra bu sefer sen cihad edeceksin ve öldürüleceksin. Hanımını başkası nikahlayacak, malın ise paylaştırılacak. Kişi bu hususta da ona muhalefet ederse, artık onu cennetine koymayı Allah’ın üzerindeki bir hakkıdır.”(Nesai)

Güncelleştirecek olursak şeytan Müslümanı çeşitli bahanelerle Allah yolunda mücadele etmekten alıkoymaya çalışacaktır. Kişi de “Her hak sahibinin hakkını ver” (Ahmed) vücudunun ve aile efradının hakkını gücü nisbetinde vermek kaydıyla imtihanını iyi verirse cenneti hak edecektir. Zira “Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar.”(Bakara:286) Nebi’ye biz İslamın tümünden mi mesulüz? Diyene “Gücünüz nisbetinde, gücünüz nisbetinde”(Tirmizi, Ahmed) diye cevap demiştir. 

Ayetlerden çıkan ana fikir, bir mümin için hiçbir dünyevi amacın Allah ve Rasulünden ve onların yolunda mücadeleden daha önemli olmayacaktır. Ayrıca bu ayetler Müslüman varlığını güçlendirme ve müminler arasındaki dayanışmayı arttırma hedefinin diğer bütün insani ilişki ve düşüncelerden önce geldiğini hatırlatmaktadır. “Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah'a ve Resûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin”(Mücadele:22) ayeti gereği gerek bu ayette ve gerekse başka ayetlerde, inkârcı da olsalar İslam’a ve Müslümanlara zarar vermeyen, onlara sevgi ve saygıyla muamele eden insanlara, hele bu nitelikteki yakınlara iyi ve adil davranmayı engelleyen bir anlam bulunmamaktadır.

İslam düşüncesinde hakiki sevgi Allah sevgisidir. “Yaratanı yaratandan ötürü sevme” düşüncesine yükselebilen ve sevgiyi bu şekilde kavrayan insan, herkesi ve her şeyi sever: İyileri olduğu gibi, kötüleri de kötülükten kurtulmalarını isteyerek sever. Şunu da iyi bellememiz gerekir ki, baba, kardeş, eş, çocuklar, aşiret, cemaat, parti gibi sosyal guruplar, servet, kazanç sağlayan ticaret, meslek, statü; evler malikhaneler bunlardan hiçbirisi İslam davasından daha sevimli değildir. Hele bu saydıklarımız ve İslam davası karşı karşıya olursa, tercih İslam’dan yana olmazsa iman tehlikededir demektir.

Cihad sevgisinin Allah ve Peygamber sevgisiyle bir arada zikredilmesinin hikmeti, cihadın Allah ve Peygamber’e duyulan sevginin bir tezahürü, somut ispatı olmasındandır. Çünkü kişi eğer malıyla cihad ediyorsa malını; bedeniyle cihad ediyorsa Allah ve Peygamberi için canını ortaya koyuyor demektir. Bu onun sevgisinin kuru sevgi olmayıp gerektiğinde bedeli ödenebilecek sadakat ve samimi bağlılık olduğunu gösterir. Hz. Ömer Peygamber’e, “Seni kendi nefsim dışında her şeyden daha çok seviyorum” deyince “Sizden birisi beni nefsinden de daha fazla sevmedikçe mümin olmaz” cevabı üzerine Ömer, “şimdi, sen bana kendi nefsimden daha sevimlisin” (Buhari,Müslim) demişti. Her kes Allah ve Peygamberini sevdiğini diliyle söyleyebilir, zikir halkalarında Allah’ı ve Peygamberi dilinden düşürmeyebilir, ancak Allah düşmanlarına düşmanlık etmediği ve Müslümanlardan yana tavrını ortaya koymadığı müddetçe onun zikri, Allah nezdinde beş para etmeyecektir.

Çok cami ehli Müslüman gördük ön safta namaz kılar, tesbihatlar bitinceye kadar Allah’ı zikreder ve Allah düşmanları ile beraber tamdanslıdır. Şair “Beden ölür, çürür, cana bakın siz. / Kim kiminle yürür, ona bakınsiz. / Bırakın dönsün dönme dolaplar. / Haktan hakikatten yana bakın siz” diyordu. Hz. Peygamber, “Allah’ım! Senden, seni sevmeyi, seni sevenleri sevmeyi ve senin sevgine ulaştıran ameli yapmayı isterim”(Tirmizi) diyordu. Hz. Musa’ya iman edip Firavun’la beraber olmak iman değildir. Nasıl ki, Muhammed’e iman edip, Ebu Cehille olmak iman olmadığı gibi! Bugün de Müslümanlarla beraber olmamak da iman değildir. İmanını saklayan fakat Bedir’de müşriklerin safında Müslümanlara karşı savaşan amcası Abbas-ın esaret fidyesini Hz. Peygamber af etmemeşti.   

Kendi düşüncelerini ve bağlı bulunduğu cemaatin menfaatlerini din sanıp kendilerine dokunulmadı diye batıla yandaş olanlar bilsinler ki bu onları kurtarmayacaktır. İstikametin düzgün olmadığı hiçbir ibadetin Allah nezdinde makbuliyeti yoktur. Eğri ağacın gölgesi de eğri olur. Hiç Ebu Cehil karpuzunu ekip te hasadı kavun biçen olmuş mudur? Şairin deyimiyle “Eğer, bu din alçaklık dini ise ben Müslüman değilim.” Evet bu İslam dini, Kur’an’ın dini, mezellet ve alçaklık dini değildir. İmam Ebu Hanife, “İstikamet kerametten üstündür” diyordu. “Senin yanında hak yola dönenlerle birlikte, sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol! Siz de azıp sapmayın”(Hud: 112) ayetiyle uyarılan Hz. Peygamber; “Bu ayet beni ihtiyarlattı”(Tirmizi) demişti. 

Istikamet Kur’an’da “bütüncü, devamlı ve tutarlı dindarlık, dinî hayat” mânasını ifade etmektedir. Âyette İslâm’ın esasını teşkil eden iki ilke yer almaktadır: Emrolunduğu gibi dosdoğru yaşamak ve haddi aşmamak, Allah’ın belirlediği sınırların dışına çıkmamaktır. Sağa sola sapmaksızın tek bir yön üzere devam etmek demektir. Süfyan es-Sekafi Nebi’ye bana öyle bir söz söyle ki senden sonra hiç kimseye soru sormayayım. Nebi de ona “Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol”(Müslim,İbn Mace,Darimi) demişti. Ayetleri gücüm nispetinde tefsir etmeye çalıştım. “Hediye hediye edenin, ölçüsü miktarıncadır.” “Bilgi sorgulanır. Nedir diye! / Amacı sorgulanır. Niçindir diye! / Biçimi, yöntemi sorgulanır. Nasıldır, diye! / Her türlü bilgi sorgulanır. Doğru mudur, diye!” Vesselam.