İslam dini, Allah tarafından tedricilik prensibine uygun olarak kemale erdirilmiş ve Allah’ın insanlara olan lütfu bu dinle zirveye yükselmiştir. Kur’an bir anda ve toptan değil tedricilik ruhuna muvafık olarak ard arda ve dönem dönem indirilmiş ve Hz. Peygamber elçilik vazifesini yüklendiği andan, Rabbine yürüdüğü zamana dek bu indiriliş sürmüştür. Bu nedenle tek bir Rabbani ümmetin Peygamber döneminde yenilenip canlandırılması yine bu sosyolojik esas üzerine oturtulmuştur. Kim işlerinde başarıyı garantilemek istiyor ve yenilgiyi tatmak istemiyorsa Allah’ın değişmez kanununa yapışmalıdır.
İlahi kanunlara karşı tavır almanın yarar getirmeyeceğini kesinlikle kafasına koymalıdır. Güçlü bir meşenin bir zamanlar bir pelit olduğunu, yıllar içinde sabırla büyüyüp güçlü görkemli, gücün ve enerjinin sembolü olan bir ağaca dönüştüğünü unutmayalım. İşleri aceleye getirip sonradan doğacak yanlış ve zararları kaderimize havale etmemiz yanlıştır. “Düşünerek ölçülü hareket etmek, Allah’tan; acelecilik ise, şeytandandır.” (Tirmizi) “Güzel hal ve ölçülü hareket etmek Peygamber’in yirmi dört hayat prensibinden biridir.” (Tirmizi)
Bize bulaşan musibetlerin yükünü, yeni yetişen nesle yüklemek zulüm olur. Bu musibetler, uzun zamandan beri oluşan içtimaı ve siyasi hata, yanlış ve ihanetlerin bir birikimidir. Bu çalkantı ve bozuklukları az bir gayret ve kısa bir zamanda izale etmek nasıl düşünülebilir? Bir meyve ağacının bile, meyve verinceye kadar belli aşamalardan geçmesi gerekir. Ağacı dikip, hemen meyve beklemek, Sünnetullah’a aykırıdır.
Bugün heyecanlı bazı gençlerin durumuna şahid oluyorum hayretler içinde kalıyorum. Allah Peygamber ve ashabını İslam'ın hâkim kılınması ameliyesinde İslamın tümünden mesul tutmayıp tedrice tabi tutmuşken, günümüzdeki Müslümanları İslam’ın tümünden mesul tutmaktadırlar. Bu da Müslümanların güçleri nispetinde mesul olması gerektiğinden çok, onları zora sevk etmektir ki bu da onların gücünün fevkindedir, sonuç ya hep ya hiç mantığıyla karşı karşıya kalınca, İslam davasının gerilemesine sebep oluyorlar. Bu tutum insanlara, sabahleyin tevhit akidesini anlatıp bundan birkaç saat sonra putlarını devirmeyi istemektir. Bu tutum Müslümanların yorgun bir pehlivan gibi kaçmasına sebep olur ki, zararı Müslümanlara pahalıya mal olur.
İslam halkları, dilleri, renkleri ve kavimleri farklı olmasına rağmen birleşme temayüllerini göğüslerinde taşımakta, başlarına gelen bunca vahim olaylardan ve acı tecrübelerden sonra vahdet emellerinin geniş, kapsamlı ve somut bir platforma oturmasını can’u gönülden arzulamaktadırlar. Bölücü güçlerin yüzyıllar boyu sürdürdüğü bu korkunç tahribatın amacına tam olarak ulaşamayışı Allah’ın fazlındandır. Din bir, acılar ve problemler aynıydı. Fakat arzulanan dönüş birkaç damla gözyaşı, çığlık ya da bir iki kongreyle hallolacak bir sorun değildir. Yüzlerce sarp yokuş var önümüzde. Dış baskılar, emperyalist baskı odaklarının sömürdükleri, memleketlerden çıkıp giderken geride bıraktığı yöresel yığınla sorun… Neticede onca kargaşa onca problem…
Tedriciliğin gözetilmesindeki ilahi sünnetin, kültürel, hukuksal ve içtimai alanlarda İslami hayata yönelik saldırı çağından sonraki dönemde de (dün olduğu gibi bugün de) İslam nizamı uygulanmak isteniyorsa insanlara karşı olan tutum ve siyasette bu tedriciliğin gözetilmesi gerekir. Biz “gerçek anlamda İslami bir toplum”u ikame etmek istiyorsak bunun kalem oynatarak veya kral, başkan, meclis veya parlamentonun vereceği bir kararla hemencecik olabileceğini düşünmememiz lazım. Bu ancak tedricilikle olabilir.
Yani düşünsel, psikolojik, ahlaki ve içtimai hazırlıklar yapmakla ve uzun zamandır varlığı devam eden şer’i olmayan birçok kurum ve kuruluşa şer’i alternatifler üretmekle mümkün olabilir. Burada tedricilikten kastımız, uygulamayı geciktirme ve oyalama, tedricilik kelimesini Allah’ın hükmünü ikame etme ve şeriatını uygulama noktasındaki toplumsal talepleri öldürmek için bir dayanak olarak kullanmak değildir. Bilakis bundan kastımız, samimiyet ve şuurla hedefi belirlemek, planı ortaya koymak, merhaleleri belirlemektir. Böylece her merhale bir sonrakine planlı, programlı, düzenli ve tasarımlı bir şekilde geçiş yapacak; böylece süreç, mutluluk verici son aşama olan İslam’ı her yönüyle ikame edilmesine varacaktır.
Görebildiğimiz kadarıyla en hakimane üslup tedricilik prensibine uygun üsluptur. Böyle bir yaklaşım planlı, programlı hareket etmeyi gerektirir; ta ki Allah’ın yardımı bize yetişsin ve meyveler versin. İslam davetçilerinin şiarı zamanı iyi değerlendirmeleridir. Zira zamanın da ilaçtan bir cüz olduğu muhakkaktır. Bundan maksat yapılması gerekenlerin bir an ve zaman içinde değil, uzun bir zaman içinde arka arkaya serpiştirilmesidir.
El-Benna’nın deyimiyle; “Planlar çerçevesinde derece derece ilerlemek, uygun zamanı beklemek ve sonuca ulaşmakta acele etmemek davetin temel özelliklerindendir.” El-Hudaybi, “İslam devletini içinizde kurunuz ki, ülkenizde de kurulsun” demekle adım adım vahdete doğru giden tedricin ilk adımının önce kalpte başladığını ifade etmiştir. Vahdetin oluşması için önce insanın kendi içinde tutarlı olması gerekir çünkü vahdet bir barış düzenidir ve bu önce insanın kendisiyle barışık olmasından geçer. Bundan dolayı eğer gerçekten biz Müslümanların vahdetini istiyorsak önce niyet etmemiz gerekir ki diğer safhalar gelsin.
Aşağıdaki hadisler bu konuda pek belirleyicidir; “Ameller de niyetlere göredir.” (Buhari) “Kendinize karşı daraltmayın; yoksa gerçekten size karşı daraltılır. Çünkü bir kavim kendilerine karşı daralttı da sonunda gerçek bir darlıkla karşı karşıya kaldılar.” (Ebu Yale) “Gücünüzün yeteceği amelleri yapın; çünkü siz bıkmadıkça Allah bıkmaz.” (Buhari, Müslim) Hedefe varılmak isteniyorsa, bu aşama aşama ve derece derece olmalıdır. Çünkü bu, Allah’ın şu kâinat içinde yaratmış olduğu ilahi bir kanundur. Nasıl ki şer’i, dini kanunlar varsa, bu da öyledir. İslam şeriatının uygulanması ve hâkim olması şüphesiz ki Müslümanların vahdetinden geçmekte olduğu muhakkaktır. Bunun olması için asrımızda tedrici olarak uygulanmasında herhangi bir engel görmüyorum. Vesselam.