Batı ülkeleri kadına erkek gibi kamu görevi almasını serbest bırakmışlar ve onun devlete ait iş yerlerinde ve bütün kamuya açık müesseselerde yaratılışına uygun olmayan işlerde bile çalışmasına müsaade etmişlerdir. Algılarla çalışan kadının mutlu, ev hanımının mutsuz olduğunu reklam etmektedirler. Bu durum devletin çözemediği karmaşık pek çok problemler doğurmuş ve olay sonunda söz konusu devletlerde toplumsal olaylarla ilgilenen uzmanların en gür sesleriyle, aileyi parçalamaktan ve yok olmaktan korumak için, kadının evine dönmesi ve oradaki vazifeleriyle yetinmesi zarureti konusunda çağrı yapmalarına kadar varmıştır.  Her ne kadar ülkelerin gelirini arttırsa da kadının iş yerlerinde çalışmasını isteyen düzenin sonuçları, ev hayatını parçalamaktadır. Çünkü bu durum evin temel yapısına saldırmakta, ailenin temelini yerle bir etmekte ve toplumsal bağları parçalamaktadır. O, kadını kocasından, çocukları yakınlarından tecrit etmekte, neticesi kadının ahlakının sefaletine varan özel bir şekil almıştır. Çünkü kadının gerçek vazifesi, meskenini düzenlemek, çocuklarını yetiştirmek ve evin ihtiyaçlarını ifa etmekle birlikte geçim vasıtalarında tutumlu olmak gibi evdeki görevleri yerine getirmektedir. Fakat iş yerleri kadının bütün bu yükümlülükleri yerine getirmesine mâni olmaktadır. Şöyle ki, ev ev olmaktan çıkmakta ve çocuklar (anne tarafından) eğitilmeksizin büyümektedir.

İngiltere’de bin beş yüz çocuk üzerinde yapılan bir araştırmada Hawkins ve arkadaşları tarafından 2009 tarihinde yayınlanan araştırmada anneleri yarım zamanlı ya da tam zamanlı çalışan çocukların daha sağlıksız bir yaşam sürdürdüklerini ortaya koyuyor. Amerikalı Eda Avlin; “Amerika’daki ailevi buhranların sebebi ve toplumda suçların artışındaki neden, kadının aile gelirlerine katkıda bulunmak için evi terk etmesidir. Bunun sonucu gelir artmış, ahlak seviyesi ise düşmüştür.” diyor. 

Eda Avlin şöyle devam etmektedir: “Kadın (sonunda) çalışma arzusuna ulaştığını sanıyordu. Bugün ise yoldaki engeller ayaklarını kanatmış, harcadığı çabalar gücünü tüketmiştir. Artık o, yuvasına dönmeyi ve zamanını yavrularını yetiştirmeye hasretmeyi istemektedir.” Amerika’da Gallup enstitüsünün, yaptığı yeni bir komu oyu anketinin sonuçlarına göre, çalışan Amerikalı kadın artık bundan bıkmıştır. Amerikalı kadınların %65’i evlerine dönmeyi tercih etmektedirler. 

Allah kadını içgüdüsel olarak, doğacak çocuğu bakıp koruyacak olan erkeğin bakımıyla meşgul olmaya zorlar. Rol farklılığı, ayrıcalık tanımak ya da ayırım gözetmekten çok farklı bir şeydir. Her iki rol da dini ve ahlaki kurallara eşit surette muhatap olurlar ve her ikisi de kişilerin sahip olabilecekleri zekâya, kabiliyete, enerjiye ve gayrete ihtiyaç duyar. Kadınlar olmaları gereken şey olduklarında, kendi yetkileri içindeki şeylerle yetinecekler ve her zaman doğru düşünce yürüteceklerdir.

Kadınlar kendi cinslerinin ayrıcalığını hata üstüne hata ederek yitirdiler, kadınlıktan çıktıkları için erkek hastalıklarına uğrama cezasına çarptırıldılar. Kadınlar arasından filozoflar, savaş komutanları ve siyasi yöneticiler çıkabilir. Ama bu eşitlik, iki cinsi birbirinden ayıran farklılığın üzerini örtmemelidir. Fiziksel olarak daha zayıf oldukları için kadınların daha az zahmetli görevler üstlenmeleri yeğlenir. Kadın evinin bekçisidir; dişi bekçi köpekler, erkek hemcinslerinden daha güçsüz olmalarına rağmen, sürülere saldıran sırtlanlara karşı mücadelede onlar kadar yırtıcıdırlar.

Hz. Ömer boşanmış olduğu hanımı ile oğlu Asım konusunda Ebubekir huzurunda davalaştı, Ebubekir çocuğun anneye ait olduğuna hükmetti ve Ömer’e dedi ki: “O kadının kokusu, koklaması ve konuşması bu çocuğa göre senden daha hayırlıdır.” Çocuğun bakım ve gözetimi konusunda annenin yakınlığı babanın yakınlığından önce gelir. İlahi kanunlara göre çok kutsal ve aziz olan annelik görevi kadına verilmiştir. İslam nazarında kadın bir tür “kuluçka-robotu” değildir. Çocuğu doğurup emzirdikten sonra, kedi yavrularında olduğu gibi ana ile çocuk arasındaki ilişiği kesilecek değildir. Kadına en önemli ve kutsal bir görev ve ödev verilmiştir: Gelecek nesli eğitme görevi…

Bütün insanlığın hayatı kadınların rahimlerinde ve ellerinde başlar. İnsanların hayatları ve yetişip büyümeleri kadınların kucaklarında olduktan sonra, ellerine kılıç almamaları bir mahrumiyet olmaz, belki büyük bir kutsiyet ve sonsuz bir hürmet olur. Merhametli anneler şerefli kılıçlarını, güçlü, imanlı oğullarına hibe etmişlerse, bunu bir cihatlarını on cihada dönüştürmek inancıyla yapmışlardır. Kadın, özünde evin hanımıdır. Erkek ekmeği kazanır. Kadın, ekmeği koruyup dağıtır. Kadın çocuklarını yetiştirmek onun özel, biricik üstünlüğüdür. Onun bakımı olmasa nesil zorunlu olarak sona ererdi. Bence kadının ocağını bırakması, onu korumak için tüfeği omuzlamaya çağrılması ya da buna kandırılması kadın için de erkek için de aşağılayıcıdır.

Medeniyet kadından kullanılan veya tapılan bir nesne yarattı, ancak bu esnada, tek saygıdeğer özelliği olan şahsiyetini aldı. Anneliği ihmal ederek o, kadını, temel ve yeri doldurulamaz rolünden yoksun bıraktı. Toplumumuzu, annenin anne olarak bu görevi yerine getirmesine izafeten, üretim unsuru olması sebebiyle iş dönüşü yorgun ve bitkin olarak eve döndüğünde; evin hanımı ve bir eş olarak yapmak zorunda olduğu işlerin altında ezilmesidir. Diğer yandan ev kadın ve erkeğin sadece içinde yaşadıkları, otelde yaşayan iki insan gibi kullandıkları bir mekân oluyor. Ev işlerine hizmetçi bakıyor veya yemek lokantadan getiriliyor; çocuklar için de bakıcı veya kreş vardır. Bütün bunlar üretime olumsuz bir şekilde yansıyor, eve daha fazla masraf getiriyor, çocukların eğitimine ve terbiyesine yansıyor. Çünkü çocuklar anne dışında hiç kimsenin veremeyeceği şefkati yeteri derece elde edemiyorlar.

Sovyet lideri Gorbaçov, “Biz günlük çözülmesi zor sorunlardan bunalırken, neredeyse kadının hukukunu unutup onun kadınlığının gereği olan annelik ve aile eğiticiliği görevini göz ardı edecektik. Kadının, yeri doldurulamayacak olan çocuk yetiştirme görevini de görmezden gelmekteyiz. Şöyle ki: Kadının ev işlerinin, üretimdeki görevi çeşitli alanlarda bilim ve yaratıcılık hizmetlerine denktir.” diyordu.

Acaba çocuk bakımının gerektirdiği kültürel ve akli yetenek, diğer günlük yaşantıdaki demircilik, terzilik gibi mesleklerden daha mı geridedir? Evindeki çocuk bakımı kadın için neden aşağılayıcı bir görev olarak değerlendirilebilsin, bu asla böyle değildir. Erkek taşıdığı direncine rağmen çocuk bakımının gerektirdiği fedakârlık, zorluklara katlanma ve uykusuz kalma külfetlerine katlanabilir mi? Kadının taşıdığı annelik vasfından ötürü ve ondaki aşırı şefkat duygusu, erkekten apayrı bir mevkie sahiptir. Erkeğin başaramadığı bu görevi kadın layıkıyla yerine getirme vasıf ve meziyetlerle mücehhezdir, donatılmıştır. Vesselam.