Uhud muharebesinde; Abdullah İbn Übey mahiyetindeki üçyüz askerle firar etmiş(Abdurrazak) ve “Muhammed, onlara itaat etti ve bana itaat etmedi, vallahi ey insanlar, burada kendimizi neye öldüreceğimizi bilmiyoruz,”(İbn İshak) demişti. Böylece korkaklık ve döneklik münafıkların iç yüzünü ortaya çıkarmıştı. Gökten münafık oldukları ilan edilmeden kendilerini insanların gözü önünde ifşa ettiler. Bu şekilde Müslümanların sayısı 1000’den 700 kişiye düşmüştü.(İbn Sa’d)
O esnada münafıklara karşı yapılacak bir harekâta girişmek Müslümanlar için iki ateş arasında kalmak gibi bir tehlike korkusu vardı. Bu ateşten biri münafıklar, diğeri ise müşrikler idi. Belki münafıkların geri çekilmekteki amacı da buydu. Sayıları Müslümanların yarısı kadarına tekabül ediyordu. Müşrikler Müslümanların, münafıkları tasfiye ile meşgul olduğunu görür görmez derhal kılıca sarılacaklardı. “Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Hâlbuki Allah onları kendi ettikleri yüzünden baş aşağı etmiştir”(Nisa:88) ayeti nazil oldu.(Müslim) Sonra da Peygamber; “Medine güzeldir. Ateşin, gümüşün kirini temizlediği gibi, o da kötü insanları temizler”(Buhari) dedi. Her dönemde kendi menfaati, makam hırsı ve istekleri uğruna milletin geleceğini feda edenler olmuştur. Her toplum bünyesinde böyle hastalıklı olanları barındırır.
Allah Müslümanları zafere ulaştırmış, vaadini gerçekleştirmişti. Kureyşlilere tam savaşın başında, birbiri arkasına sancaktarlarını kaybetmeye başlaması üzerine düşman tarafından kimse yere düşen sancağı alıp kaldırmaya cesaret edemez hale gelmişti. İşte böyle bir durumda bir kadın olan ‘Amra’, sancağı alıp dikti ve savaşın sonuna kadar onun muhafızlığını yaptı. Bundan dolayı Hasan b. Sabit; “Harisilerin kızı orada olmasaydı, siz köleler gibi çarşıda satılığa çıkarılırdınız…” demişti. Müslümanlar müşrikleri kovalamaya başlamışlar, nihayet karargâhlarına varmışlardı. Onların yenilgileri konusunda şüphe yoktu. Hind erkekleri savaşa teşvik ediyor ve onları kışkırtıyordu. Şiirleriyle onları motive ediyordu.(İbn Hibban) Müslümanlar müşrikleri peşlerinden kovalıyorlar, fakat yavaş yavaş silahlarını bırakıyorlar, ganimet toplamaya başlıyorlardı.
Küçük İslam ordusu ikinci defa Mekke’ye karşı Bedir’de elde ettiği zafer kadar muazzam yeni bir zafer kaydederken okçular büyük bir hata işleyecek ve bu büyük hata savaşın sonucunu tamamen tersine çevirerek Müslümanlara büyük kayıplar verdirecekti. Savaş meydanında müşriklerin geride bıraktığı malların Müslümanlar tarafından elde edilmeye başlandığını gören tepedeki okçular, “İşte Allah Peygamberimize zafer nasip etti, bizler burada daha ne zamana dek bekleyeceğiz”(Buhari) dediler. Okçuların ganimet uğruna yerlerini terk etme niyetlerine mani olmak isteyen başlarındaki Abdullah b. Cübeyr, Peygamberin emrini hatırlattı. Fakat onlar savaşın bittiğini, İslam’ın zafer kazandığını belirttiler. Abdullah ve on iki okçu hariç diğerleri meydana indi.(Buhari)
O zaman henüz Müslüman olmamış olan Halitb. Velid Müslüman saflarının arkasının korumasız kaldığını görür görmez, emrindeki askerler ile birlikte Müslümanları arkadan çevirdi ve orada kalan birkaç kişiyle reislerini şehit ettiler.(İbnul Esir) Bu zaferden mahrum oluş tamamen askerlerin yaptıkları nahoş hareketlerin sonucudur. Musap bin Umeyr’ı İbni Kamie şehit edince onu Peygamber sandı ve Muhammed’i öldürdüm zafer bizimdir naralarını attı.(Kastalani) Müslümanlar o denli zor bir durumda kaldılar ki, Peygamber’in ölüm haberi azimlerinin kırılmasına yol açtı. Müslümanların bir kısmı Medine’ye doğru çekilmeye başladı. Ümmü Eymen onların yüzlerine toprak serperek içlerinden birine; “Al, işte sana eğirici alet! Onunla artık yün eğir! Kılıcını bana ver”(Vakidi) demişti.
Hanzala b. Ebi Amr, harp davetini duyunca daha yeni düğünü olmasına rağmen hemen evinden çıkıp orduya katılmıştı. Cihadı duyar duymaz eşinin koynundan çıkıp harp sahasına koşmuştu. Nefsindeki fedakârlık faktörü lezzet arzusundan daha kuvvetliydi. Kaderin cilvesine bakın ki kahraman cünüp olarak şehit düşmüştü.(İbn Sa’d) Şehadet nefse karşı kazanılan zaferdir.
Şüphesiz ümmetler olaylarla ve olaylardan elde edilen tecrübe birikimiyle eğitilirler. Uhud iman ve kahramanlık örnekleriyle dolu olduğu kadar, nifakın ve yenilginin sebebi olan nefsi zaafların da ortaya çıkmasına sebeptir. İnsanoğlu çogu zaman kendi nefsi zaaflarının farkında değildir. Yaşanılan bazı olaylar ve sarsıntılar hakikati ifşa eder. Binaenaleyh Uhudu nefislerdeki zaafların ve hastalıkların teşhisi ve tedavisi olarak da görmek mümkündür.
Yahudiler, Müslümanların Uhud savaşında yara almalarından dolayı çok sevinmiş ve Müslümanları ortadan kaldıracakları yolunda ümit beslemeye başlamışlardı. Uhud gününde Müslümanlar darbe yeğince, bunun bir fırsat olduğunu düşündüler ve korkularını devam ettirmenin gereksiz olduğu hükmüne vardılar. Şüphesiz ki, sevinçleri çok büyüktü. “Size bir kötülük dokunsa, ondan dolayı sevinirler.”(Ali İmran:120) Yahudilerin hile ve desiseleri açıkça ortaya çıkmıştı. Medine tıpkı kazan gibi münafıklık ateşi ile kaynamaktaydı.
Bu savaş meydana gelip de münafıklar artık söz ve davranışlarıyla niyetlerini açığa vurduklarında onlar hakkındaki işaretler açık ifadeye dönüşmüş, Müslümanlar artık kendi öz yurtlarında bile kendilerine düşman olanların bulunduğunu anlamış, onlara karşı da hazırlıklı olmaya ve ihtiyatlı davranmaya başlamışlardı. İkiyüzlü münafıkları samimi müminlerden ayırt etmeye, yarayacak ölçü gayb bilgisi olmamalıydı. Allah dileseydi Peygamberine münafıkları tek tek bildirirdi. Ancak ölçü, olayların bizzat kendisinde, vuku bulan her olayın çetin bir sınav aracı olmasında aranmalıydı.
Kıyamete kadar gelecek Müslüman toplumlarda, bir şekilde iktidar, servet, statü, şöhret ve benzeri dünyevi menfaat ve hedefler peşinde olan insanlar Müslümanlara karışacaklardır. Özellikle Müslümanların, büyük bedeller ödeyerek iktidara, maddi veya sosyal bir nimete yaklaştıkları zamanlarda bu kendi çıkarlarından başka ilkeleri ve kaygıları olmayanlar herkesten çok Müslüman kesilir, gerekiyorsa hemen sakal bırakır, mescitlere koşar, hanımının başını örttürür ve yöneticilerin etrafında fırıldak gibi dönerler, böylece etkili mevkiler kapmaya çalışırlar. Bu çıkarperestler, iktidar ve menfaat sürdüğü müddetçe sahte pozisyonlarını korurlar ama en ufak bir tehlike belirdiğinde hemen gemiyi ilk terk edenler de onlar olur. Bir bakmışsın ki, bir anda Müslümanların nişanelerini üstünden atmış, bir anda muhalif pozisyonuna geçmişlerdir. Bu çerçevede bakıldığında Uhud savaşı tarih boyunca devam eden trajik bir beşerî tecrübedir, bu yüzden ondan çıkarılacak dersler ve ibretler üzerinde durmak gerekir. Bu sayede Allah murdar olanları temiz olanlardan ayırmaktadır. Müslüman iktidarların en çok dikkat etmesi gereken hususlardan biri şüphesiz ki, fedakâr dava arkadaşlarını, nasıl olsa bunlar bizimdir küsmezler! Deyip, bahsi geçen şarlatanları kazanalım bahanesiyle makam ve mevkileri onlara ulufe olarak vermemeleridir. İş bittikten sonra şarlatanlar kazanılmamış ve eski fedakâr dava arkadaşları da küsmüş olarak görülecektir. Vesselam.