Medine’nin çevresine şehri savunmak amacıyla kazılan hendekten dolayı bu savaşa “Hendek savaşı” denildiği gibi, çeşitli gruplar bir araya gelerek Müslümanlara saldırdığı için “Azab gazvesi” diye de anılmaktadır. Ahzab bir taife, bir kesim anlamına gelen hizb’in çoğuludur. Nitekim Kur’an’ın Yahudiler, Mekkeli Kureyş kabilesi ve diğer müşrik Arap kabilelerinden oluşan zümreyi ifade etmek üzere bu savaşa “hizipler, gruplar” manasına gelen ahzab ismini vermesi tesadüfî değildir. Bu ittifak Peygamber’in gücünü yok etmek için Mekkelilerin son gayretleriydi.
Yahudiler. Hayber’e sürülmelerinden sonra Müslümanlarla putperestler arasında devam eden çatışmalar sonucunda Müslümanların felaketlere uğramalarını bekliyorlardı. Böylece kinlerinden yanıp kavrulmaya başlıyorlardı. Yeniden Müslümanlara karşı planlar kurmaya, onlara hakkı tanımayacak öldürücü bir darbe için hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyorlardı. Kendilerinde Müslümanlara doğrudan karşı koyacak bir cüret bulamayınca, bu gayelerini gerçekleştirmek için korkunç bir plan hazırladılar.
Bütün Arapları Müslümanların aleyhine birleştirip harekete geçirme fikri Yahudilerin zihnini meşgul ediyordu. Fırsat ayaklarına gelmişti bu amaçlarını gerçekleştirmek için bir heyet oluşturdular. Bu ittifakın hakiki teşvikçileri Yahudiler olmuştur. Mekke’ye gelerek orada bulunan müşriklerle Peygamberi yok etme hususunda anlaşma yaptılar.
Ebu Süfyan Yahudilere, “Hoş geldiniz, safalar getirdiniz. Kuşkusuz en çok sevdiğimiz insanlar, Muhammed’e karşı bize yardım edenlerdir” dedi. Yahudiler aynı şekilde Mekke dışında bulunan diğer bazı kabileleri de ikna ettiler. Bu kabilelerden oluşan bir ordu Medine’ye doğru yola çıktı. Gatafanlılar’a, kendilerine yardım etmeleri ve Kureyş hareket ettiği takdirde onlarla birlikte Muhammed’in üzerine gitmeleri halinde, Hayber’in bir yıllık hurma ürününü (yarısını) onlara vereceklerine söz verdiler. Gatafanlılar bununla çok sevindiler.(İbn Hişam) Yahudiler tarafından hazırlanan entrikalar ve senaryolar onları da tamahkârlığa sürüklemiş ve gaza gelmişlerdi. Çoğu zaman menfaatler kalpleri kör edebilir, basiretleri de pasla örtebilir.
Müşrikler, büyük mallar topladılar. Mekkelilere vergi koydular. Az veya çok, herkes bir şey getirmek zorunda bırakıldı. Hendek gazvesi için her birisinden kırk dirhem aşağı katkı kabul edilmedi. Böylece Müslümanlara karşı yeni bir hamle yapmak amacıyla savaş hazırlıklarına başlamış, etrafındaki müttefiklerini de yardıma çağırarak savaş için büyük miktarda mal toplamışlardı.(İbn Sa’d)
Yahudi liderlerin haset ve kinle dolu yargı tavrı o kadar insafsız ve mantıksızdı ki, bugün bizzat Yahudi olan bazı yazarlar bile bu tavrı kınamaktan kendilerini alamamaktadırlar. İsrail Velfenson, “Yahudilerin böylesine fahiş bir hataya düşmemeleri gerekirdi. Çünkü Tevratın ilkeleriyle çelişiyorlardı. Tevrat putlara tapanlardan uzak durmalarını, onlara düşman olmalarını tavsiye etmekteydi.” Yahudi Alman Şair Heine’yi bile şu sözleri sarf etmeye götürmüştür: “Üç kötü hastalık vardır: Fakirlik, ağrı ve Yahudilik” hatta Yahudiliği, insanlığın düşmanı bir güç olarak değerlendiriyor ve Yahudilik “bir din değil, felakettir” diyordu.
Hz. Peygamber’in çok güçlü bir haber ağı vardı. Hendek için toplanan Kureyşliler yola çıkmaya hazırlanırken gizli tertiplenen bu komploda meydana gelen ilk muvaffakiyetsizlik geniş bir kabile olan Huza’a içinde öyle zümreler vardı ki bunlar asırlardan beri Muhammed (as)’in ailesi ile dostluk ve ittifak bağları ile bağlı bulunuyorlardı. Kabile temsilcisi dört gün öncesinden gelerek durumu Peygamber’e gizli bir raporla, Ahzab ordusunun harekete geçtiğini bildirmişti. Hz. Peygamber insanlara düşmanlarının durumunu haber vererek onlarla istişarede bulundu.(el-Vakidi)
Medine’nin kuzey tarafı tek açık olan taraftı. Medine etrafındaki diğer taraf ise, ziraat ve sık hurma ağaçlarıyla çevriliydi. Dar yolların dışında asker oradan geçemiyordu ve askeri saf düzeni mümkün olmuyordu. Orada bulunan küçük askeri muhafız gruplar, düzenli orduyu bozguna uğratmaya ve ilerlemesini engellemeye yeterliydi. “Medine’nin içi evler ve hurmalıklarla sarılmıştı. Düşmanın oradan geçmesine imkân yoktu.” Medine'yi savunmak zor değildi. Üç tarafı volkanik kayalarla çevriliydi ve vahaya uzanan bu zorlu yola adam koymak nispeten daha kolaydı. Medine’nin en kırılgan olduğu yön kuzeydi.
Sahabeden Selman-i Faris’i İran’da cari bir savaş taktiği olan, Medine şehrinin çevresinde hendek kazılmasını teklif etti. Kuzey tarafı bu şekilde kontrol altına alınacaktı. Bu teklifi makul gören Peygamber, hendek kazma çalışmalarına bizzat kendisi de iştirak etti.(İbn Sa’d) Hz. Peygamber hendek kazmak üzere her tarafa bir grup görevlendirmişti.(el-Vakidi) Hz. Peygamber, muhtemelen çağdaşlarının sıra dışı olarak değerlendirdiği bir çözüm bulmuştu.
Bu tür şeyler için de bizim dışımızdaki milletlerin tecrübelerinden kesinlikle faydalanmalıyız. Eskiden beri muvaffak olmak için daha iyisini almak milletlerin şiarı olmuştur. Montesquieu; “Romalıları dünyanın hâkimi kılan en önemli unsurun, bütün halklarla savaştıktan sonra daha iyi bir usul buldukları anda kendi usullerinden vazgeçtiklerini” söylüyor.
Biz başkalarından inanç ve ahlak almıyoruz, ama yaşadığımız dünyada müşterek hedeflere götüren gelişmeler ve programlar alıyoruz. Eğer bu bizim için faydalı bir şeyse terk etmenin ne manası vardır? Bizim uğradığımız felaketlere uğrayıp ve bundan kurtulmak için birtakım icraatlarda bulunan milletlerden Müslümanların hayrına olan şeyleri almaktan, Müslümanları mahrum bırakmak doğru olur mu? Güzelliklerimize ve inançlarımıza hizmet eden birtakım vesileler ve vasıtalar insanlığın düşüncesinden birer parçadır. Bunlar vesile ve vasıtadır. Gaye ve hedefle asla alakası yoktur.
“Hikmet müminin yitik malıdır bulduğu yerde onu almaya hak sahibi olur.”(Tirmizi) Yeri gelir kâfir de doğruyu söyler ve Müslüman onun doğruluğunu bilince kabul etmekte tereddüt etmez. “Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah’ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır. Gerçek akıl sahipleri de onlardır”(Zümer:17-18) ayetinde olduğu gibi. Müslüman güzeli alır, sahip olduklarına katar, onu kendi özüne dönüştürür. “Mü’min arıya benzer. Temiz yer, temiz çıkarır”(Nesai) hadisinin manası da bu değil midir? Avrupa’daki Rönesans’ın ardından Müslümanların bu prensipten istifade etmemeleri İslam toplumlarının bugünkü geri kalmışlık sebeplerinden bir tanesidir. Ki biz buna tecdit (yeniden yapılanma) diyoruz. İçtihat değişimdir. Vesselam.