“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin; peygambere itaat edin ve sizden olan emirlere itaat edin.”(Nisa:59) Ayette itaatin bir hiyerarşi içerisinde sıralanmış olması dikkat çekici bir durumdur. Bize, modern siyaset biliminin bir problemi olan egemenliğin kaynağı ve sınırı konusunda önemli ipuçları vermektedir. Zira bu kavram, bize İslâm’da siyasetin, siyaset mekanizmasında geçen din-devlet, din-toplum ve fert-toplum ilişkisi ile devlet kavramı içerisinde yer alan yasama, denetleme, yürütme gibi kurumların bir ilahî referansa bağlı olduğu ve Allah’a itaat mükellefiyeti içerisinde cereyan edeceğini bildiriyor.  

    Müslüman bir kişinin, kendisine masiyet emredilmediği sürece sevdiği ve hoşlanmadığı hususlarda dinlemesi ve itaat etmesi üzerine bir yükümlülüktür. “Masiyet emredildiğinde ise, dinlemek ve itaat etmek yoktur.”(Buhari) Öteden beri cemaat liderleriyle ilgili aşırı bağlılık, bağlıları tarafından kör bir taassupla ve bilgisizce iyilikte ve masiyet’te olmuştur. Ancak bu husus, zamanımızda bazı fırkalarda daha da belirgin ve keskin hale gelmiştir. Buna sebep olanda, bizzat cemaat liderleridir, desek yanılmış olmayız. 

    Çünkü ders halkalarında, belirli Kanaatlar ve belirli kitapların dışında bilgi verilmemektedir. Bu kanaat ve kitaplar, onlarla Allah ve Rasulünün arasına perde oluşturmaktadır. Dolayısıyla da cemaatin bireyleri Kur’an ve sünnetle tanışma fırsatını bulamamaktadırlar. Allah ve Rasulü, cemaat fertleri arasında ancak kendisine müsaade edildiği ve liderin anladığı kadar müsaade edilir, cemaat liderinin onlara müsaade ettiği kadar Allah ve Rasulü’nü tanımaktadırlar. Görüşlerine muhalif olan hiçbir kanaate tevessül etmez ve cemaatin da böyle bir şeye tevessül etmelerine müsaade etmezler. İslam sadece onların anladığı gibidir, başka kanaat ve içtihatlar ise batıldır. Buda cemaat fertlerinin liderleri hakkında aşırı gitmelerine sebep olmaktadır. 

    Bundan dolayı da hiçbir cemaat, birbirini kabul etmez olur ve Müslümanlar arasında aşırılıklar yayılır, neticede ise iş, Müslümanların birbirlerini tekfir etmelerine ve öldürmelerine kadar gider. “Ben, ümmetim için herhangi bir şeyden korkmuyorum. Sadece saptırıcı önderlerden korkuyorum. Ümmetimin boynuna bir kere kılıç konunca artık kıyamet gününe kadar kaldırılmaz”(Müslim) demekle, Rasulullah (sav) bunu demek istemiştir. 

    Falan âlimin veya falan cemaat liderinin bir görüşünü, İslam’ın olmazsa olmaz bir unsuruymuş gibi din adına ileri sürmek, bu görüş doğru olsa dahi, çok yanlış bir yaklaşımdır. Zira beşer kaynaklı böyle bir görüşü din adına mutlak doğru olarak ileri sürmek, dinde tevhide değil; tefrikaya sebep olacaktır. Müslümanları bir araya getirebilecek olan hakikatlerin, bütün Müslümanların iman etmekle yükümlü oldukları doğrular olması gerekmektedir. Dolayısıyla kendisine karşı imanı bir sorumluluğun olmadığı bir liderin veya âlimin görüşü, doğru olsa bile, dünya Müslümanları için imanı bir bağlayıcılığı olmayan böyle bir görüşü İslam adına mutlak doğru olarak ileri sürmek doğru değildir. 

    Kültür zenginliği, başarıya giden yolu kısaltır. Bundan dolayı cemaatler kendi düşüncelerini sağlam temeller üzerine inşa etmelidir. Cemaatlerin Allah’ın düşmanları konusunda fikir birlikteliği sıkıntıları görülmektedir. Her cemaat kendi cemaatinin geleceğini teminat altına almak için Allah’ın düşmanlarının yanında olmaktan ve onlardan dünyevi menfaatler elde etmek ve ayakta kalabilmek için bir sürü tavizler vermekten geri durmamaktadırlar. Elini kaptırdın mı gövde de beraber gidiyor. Zira hiç kimse, kimseye boşuna maddi menfaat sağlamaz. Bundan dolayı da cemaatler, İslam’a hizmet yerine kendi cemaatine hizmet eder bir duruma dönüşür ve bunu yaparken de İslam’a hizmet ettiğini zanneder durur ve diğer cemaatlere karşı elde ettiği maddi güç ve sayı çokluğuyla övünür. Bilinmelidir ki, kemiyeti asıl kabul edenler, keyfiyetten mahrum olurlar. Böylece cemaatler birbirlerinin inşa ettikleri binaları yıkmaktan, İslam’a hizmet etmeye fırsat bulamayacaktır. “Biri yapar diğeri yıkarsa, / Bu bina ne zaman tamamlanır?” 

    Fili ayrı ayrı yerlerinden tutan cemaatler, sadece kendi tuttukları yerin fil olduğu iddiasına kapılmışlardır. Hâlbuki bu bir içtihattan öteye geçmemeli ve bu içtihat yeter ki; batıla alet edilmesin ve zaman içerisinde hüviyetini kaybettiği an, zamanın ve şartların gerektiği yorumlara açık olsun ve onda taassup edilmesin. Uygun olmayan kör taklitçilik ve bağnazlık ile bazı liderlere kutsallık atfedip onları peygamber gibi masum ve hatasız veya söyledikleri her şeyi mutlak ve doğru kabul etmek ve söylediklerini uygulamak doğru değildir. Her konuda aynı olmak, hiç ihtilaf etmemek, standart bir tip, robot adamlar üretmek, liderlere ve teşkilatlara masum damgası vurmak, devamlı baş eğmek değildir.  

    Bazı Müslümanlara göre, liderlerinin bir bildiği, yaptıklarının bir hikmeti olduğundan, her şeye tevil gözlüğünden bakabildiğinden kendi liderlerinin veya guruplarının yanlışı, başkalarının doğrusuna tercih edilebiliyor. Müslüman, birisinin liderliğinde İslami bir çalışmanın içindeyse, liderine yeryüzünde yürüyen bir melek gözüyle bakar olmuştur. Bir hatasını görse önce kendisini doğrulamaz. İnat eder, yalanlar ve onu savunur. Gerçek kendisini çarpınca da, gerisin geri döner boyun büker, demek ki kendimi bağlamış, hayalle eğitmişim der. Bunun için tarihin kutsiyeti ile yaşadık ve hatayı kabul etmedik. Liderin kutsiyeti ile yaşadık onları hesaba çekmedik. Bu metotla, iyi bir iş yaptığımızı zannederken, kafilenin en gerisine düştük. Bu gerçekçi olmayan idealin gölgesinde yanlış kavramlarda süründük. 

    Davet bir tek şahsa bağlanmamalı, çünkü o takdirde her şey onunla başlar onunla biter. Bir tek olaya da bağlamamalı, çünkü o takdirde çalışma onunla yükselir onunla düşer. Bir tek ülkeye de bağlamamalı. Nice davetçiler yolda kaldılar; çünkü falancaya dayamıştı çalışmasını. Nice davetçiler de bitiverdiler; çünkü davete, herhangi bir ülkedeki bir hareket paralelinde bakıyorlardı. Nice davetçilerin de muvazenesi bozulmuştur. Ya gruplaşmış, ya da belli bir ülke veya topluma taassubu vardı. Sebep; Müslümanların şu rabbani mesajı unutmuş olmalarıdır: “Allah’ın ipine topluca sarılın, bölünmeyin.”(Ali İmran:103) Vesselam.