Hz. Ebu Bekir, halife seçildiği zaman Sad bin Ubade’nin muhalefet hakkını kabul ederek vefatına kadar biat etmemesini makul görmüş ve taraftarlarıyla birlikte kendisini ne kınamış ne de herhangi bir haktan yoksun bırakılmasına sebep olmuştur. Sa’d, Hz. Ömer hilafetinde de biat etmedi ve evini Şam’a götürdü, Havran ’da vefat etti.(İbn Sa’d) Hz. Ali’nin Hz. Ebubekir’e altı ay sonra biat ettiği, bundan dolayı da hiçbir kınama veya eziyet görmediği gibi, devamlı, fikirlerinden istifade edilen kişi olmuştur.(Buhari) Hz. Ali’nin zevcesi Fatıma (ra) da Hz. Ebubekir'e ölünceye kadar biat etmedi. Hz. Ali’nin hilafeti döneminde Talha, Zübeyr Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ömer (ra) gibi pek çok büyük sahabe Hz. Ali’ye biat etmedi. Ancak Ali, yönettiği kimselere, toplumun bütün fertlerine hatta (kendisine küfreden) Hariciler arasından düşmanlarına ve kendisine karşı savaşanlara dahi siyasal görüş tercih özgürlüğünü tanımış, onlarla savaşmadan önce, tartışma yoluna gitmişti.
Bu delilleri serdederken birileri, iyi ya insan günümüzde istediği partiye oy verebilir gibi batıl bir düşünceye kapılmamasını tavsiye ederim. Zira kim kime oy verirse yaptıklarının tümünden de sorumludur ve Haşire giderken o liderle beraber haşir olacaktır. “Bütün insanları kendi önderleriyle birlikte çağıracağımız günü hatırla.”(İsra:71) Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali (ra)’ın karşısında Batıl bir davayı savunan biri olmuş olsaydı böyle davranırlar mıydı?
Hz. Ali, İbn Abbas’ı, Haricilere gönderdiğinde “Onların yanına var git. Kur’an ile onlara karşı delil getirme; çünkü Kur’an’ın (bir buyruğunun) birden çok anlamı vardır; fakat sünnetten deliller getirerek onlarla tartış” demişti. Hz. Ali bu şekilde bizzat kendisini tekfir eden düşmanlarına dahi siyasal eleştiride bulunma hakkını vermekte, onlarla belki tövbe eder ve geri dönerler diye tartışma ve diyaloglarını sürdürmek suretiyle batı uygarlığını ve baskıcı rejimleri asırlarca geride bırakmıştır. Batı böyle bir siyasal olgunluğa, ancak oldukça kanlı savaşlardan sonra ulaşabilmiştir.
Baldwin “Demokratik özgürlükleri korumak maksadıyla; demokrasi düşmanlarına dahi özgürlük vermek icap eder.” Şatibrian “Eğer bizim görüş belirtme özgürlüğümüz kalmışsa, bir şey kaybetmiş olmayız.” Voltaire de “Şüphesiz ben senin söylediğinden hoşlanmıyorum, bu konuda her bir harfinde dahi sana aykırı düşünüyorum; fakat senin bunu söyleme hakkının korunması uğrunda, ölünceye kadar savaşırım” demelerini insaflı birer açıklama olarak kabul ederiz. İnsan kendi hürriyetini başkasının hürriyetine hürmet ederek koruyabilir.
Seçim dışında herhangi bir yolla hâkimiyeti elde etmesi hâlinde, halkın itaat etme yükümlülüğü kalmaz. İslâm’da yönetimin genel kurallarından biri de muhalefet hakkıdır. Muhalefet hakkı, halkın işlerini yürüten yöneticinin (iktidarın) düşüncelerine ve uygulamalarına muhalif görüşü açıklama hakkıdır. Bütün yetkiyi yöneticinin eline bırakıp işleri oluruna yahut yöneticinin zevkine terk etmeme hakkıdır. Hükümlerin uygulanmasında ve maslahatın sağlanmasında halkın yöneticiyi denetleme hakkıdır.
Eleştiri hakkı, yalnız muhalefet olsun diye muhalefet etmekle karıştırılmamalı ve mesela, günümüzdeki siyasi partilerde bilindiği biçimde muhalefeti kurumsallaştırma derecesine de vardırılmamalı. İktidar için iktidar olmaya çalışmak, yerini alıp hüküm sürebilmek için hasmını yere sermekten başka gayesi olmayan, dolayısıyla insani çehreli, güler yüzlü projeler taşımayan partilerin birbiriyle mücadelesi veya hükümet darbesi ve nankör askeri liderlerin diktatörlüğü demektir.
Böylesi bir muhalefet, Müslümanlara şu biçimde öğüt veren bir hadis-i şerifin verdiği yetki ile uygun görülmemektedir. “Eğer insanlar doğru işler yaparsa biz de yapacağız, eğer zulme saparlarsa biz de zulmedeceğiz diyerek zayıf ahlaklılar olmayın.”(Tirmizi) İslam tarihinde bütün muhalefet hareketlerinin doğduğu başlangıç noktası, Kur’an ve Peygamber (sav)’in sünnetinde yer alan yönetim alanındaki ideal İslam modelinden sapışa karşı çıkışta kendini gösterir. Böylelikle şeriat yaklaşımı açısından İslam siyasi düşüncesinde muhalefet, değişmezliğini, kendilerinden ortaya çıktığı şura ve iyiliği emredip kötülükten alıkoyma prensiplerinin değişmezliğinden alır.
Hayırlı iş sadece başkalarına uymak arzusuyla güdülenmişse terbiye edici bir değeri yoktur. Karakter zaafının bir örneği, bir kimsenin bir başkasını; yalnız başkaları böyle yaptığını gördüğünden dolayı sebepsizce övmesi veya ayıplamasıdır. Bu imandan kaynaklanmadığı için, insan haysiyet ve şerefini özellikle alçaltıcı ve değersizleştirici bir durumdur. Bu konuya gerçek bir yaklaşım biraz önce alıntılanan hadis-i şerif inananlara şöyle buyurarak devam etmektedir: “Bilakis, kendi zihinlerinizi inşa edin ve insanlar iyi bir şey yaparlarsa, siz de yapın; ama eğer yanlış ve adaletsiz bir şey yaparlarsa, onu benimsemeyin.”(Tirmizi)
Eleştiri yapılırken dengeleri iyi korumak, ahlak kuralları içerisinde ve dozunda seyretmesi ve insaf ölçüleri dâhilinde olması gerekmektedir. Çuvaldızı kendimize, iğneyi başkasına batırmalıyız. “Kendi gözündeki kalası bırakıp başkasının gözündeki çöpü sorun etmek”(İbn Hibban) ve gizli kalmış günahları araştırıp gündeme taşımak ve bununla başkasını vurmak İslami ahlakla bağdaşmamaktadır. “İnsanlar da kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa öyle davransın”(Müslim) ve insan ancak başkalarının kendisine yapmalarını sevdiği hususları başkalarına yapmaya bağlı kalmalıdır. Hz. Ömer Amr b. As’a: “Emir aldığın kimsenin sana nasıl davranmasını istiyorsan, sen de yönettiklerine öyle davran!”(İbn Sa’d) demişti.