İnsan, değerli kılınmış bir varlıktır ve ona değer kazandıran en önemli özelliklerinden birisi onurudur. “İzzet, Allah’ın ve rasulünün ve müminlerindir.”(Münafikun:8) Salt insan olmaktan kaynaklanan bir değer olan insan onuru, insanın kişiliğinin bir sembolü olup, ona değer kazandırmakta ve onu diğer canlılardan üstün kılmaktadır. Başka hiçbir özelliğine bakılmaksızın, sırf insan olması nedeniyle değerli “şan ve şeref sahibi”(İsra:70) ve saygıya layık bir varlık olan insan, hukukun ve devletin temelini oluşturmaktadır.

Kulluğun gereği yerine gelmediği zaman ise “Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.”(Furkan:44) Doğru yoldan sapmak hayvanlar derecesine inmektir. Günde namazlarda takriben kır kere okuduğumuz fatiha süresinde “(Allah'ım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil” demiyor muyuz? Demek ki doğru yolda olmanın yolu yalnızca Allah’a ibadet etmek ve başkasını araya koymadan direk Allah’tan istemektir. Zira bu şekilde davranmamak gazaba uğramışların yoludur. İmam Azam; “İstikamet kerametten üstündür” demektedir. Meditasyoncular da harikulade şeyler yaparlar! Ancak bizim Allah’ın belirlediği istikametten sapmamamız gerekir.

Hayvan güdüleriyle hareket eder, bu ona kodlanmış olarak verilmiştir, bir bakıma kendisine tayin edilmiş olan haritayı takip eder. Akli melekeleri yoktur, ilkel seviyede zekâ sahibidir ancak vicdandan habersizdir, doğası neyi gerektiriyorsa onu yerine getirir. İnsanın hayvandan farkı şeylerin arasını ayırabilmesi, bağ ve bağlantılar kurması, muhatap olması, düşünebilmesi, muhakeme kurabilmesi ve doğruluğun, iyiliğin ve güzelliğin ne olduğunu bilebilmesidir.

Kişi sadece kendi bedensel hazları esas alıp nefsi kendisinden neyi istiyorsa onları temin etmek üzere yaşamaya başlarsa aklını iptal etmiş olur, hayvanlar derekesine iner. Aklın iptali ahlaki normların iş ve işlev göremez hale gelmesine yol açar. Nasıl dini olmayanın aklı yoksa aklı olmayanın da ahlakı yoktur. Hayvanın davranış ve tepkileri iradi olmadığından insanın bu duruma düşmesi “hayvan-altı dereke”ye düşmesi anlamına gelir. “Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.”(Araf:17)    

İslam’da bedenin sıhhati dinin sıhhatinden önce gelir. Zira bedenin sıhhati teklifin şartı, din ve imanın konusudur. Bunun içindir ki “insani zaruretler” söz konusu olduğunda dini yasaklar göz ardı edilir. Allah’ı birlemek ve insanın Allah’a kulluğu İslam inancının en başta gelen ilkesi ve İslam’ın giriş kapısıdır. Böylesine önemli olduğu için İslam’ın, tevhit ve kulluğu Allah’ın doğal hakkı saydığını görüyoruz. Allah insana hayatın devamını sağlayan maddi ve manevi gereklerini ihsan etmekle buna müstahak olmuştur. İnsana sunduğu maddi nimetler, bahşettiği ‘güvenlik’ nimeti dolayısıyla Allah (cc) insanın Onu ulûhiyette ve kullukta birlemesine hak kazanmıştır.

Dindarlık insanın hayatın temel ihtiyaçlarından gerektiği gibi yararlanması esası üzerinde yükselir. Çünkü dindarlık ilahi nimetlere bir şükürdür. Bu zaruri ihtiyaçları gideren nimetleri bahşeden lütfu ilahiye karşı şükürdür. Sanki insanın bu temel nimetlerinden yararlanması dindarlık ve dine imanla yükümlü tutulmasının asıl şartıdır. Söylediklerimiz şu ayetle de uygun düşmektedir: “Kureyş'e kolaylaştırıldığı, evet, kış ve yaz seyahatleri onlara kolaylaştırıldığı için onlar, kendilerini açlıktan doyuran ve her çeşit korkudan emin kılan şu evin Rabbine kulluk etsinler.”(Kureyş:1-4)

Dünya işleri düzgün olmadan din işlerinin düzgün olması düşünülemez. Gazali, el-İ’tikat fil-iktisat adlı yapıtında, “Dinin düzeni ancak dünyanın düzeni ile sağlanabilir. Dinin düzeni marifet ve ibadet sayesindedir. Bunlara da ancak beden sağlığı, hayatın bekası, giyinme, barınma vakit ve güvenlik ihtiyaçlarının yeterli düzeyde temin edilmesinden sonra ulaşılabilir. Bu zorunlu ihtiyaçlar güvenceye alınmadıkça din düzen tutturamaz. Yoksa tüm vakti zalimlerin kılıçlarından canını korumak, zorbaların elinden rızkını koparmakla geçen biri, ilim ve amele ne zaman vakit bulacaktır? Oysa bunlar ahiret saadetinin iki vesilesidir. O halde dünyanın düzeni, dinin düzeni için şarttır.” demiştir.

İnsani gereklerden yoksunluk, insani yükümlülük ortam ve imkânından mahrum bırakır. Burada hukukçuların aç ve korkulu kimsenin namazının caiz olmadığı konusundaki ittifakını belirtmeliyiz. Çünkü bu durumda namaz sahih olmaz ve namazının gerçekleşmesi mümkün olmaz. İşte İslam insanın kadrini böylesine yüce tutmuştur. Diğer medeniyetlerin insana ‘hak’ olarak tanıdığı şeyleri ‘vacip insani zaruretler’ mertebesine çıkarmıştır. Diğer medeniyetlerin yaptığı gibi ‘hukuk’ düzeyiyle yetinmemiştir. Vesselam.