Öldükten sonra unutulmak istemiyorsan ya okunmaya değecek bir şeyler yaz, ya da yazmaya değecek bir şeyler yap. İyi geçirilmiş bir günün, mutlu bir uyku getirmesi gibi, iyi yaşanmış bir hayat da mutlu bir ölüm getirir. 

    Hayatta mutluluk dileniyoruz, ama mutluluğun tadını çıkarmayı, onu korumayı, hiç öğrenmediğimiz için, başı dik olmanın cesaretini bilmiyoruz. Mutluluğu bulmayı, onun üzerinde titremeyi, ona bahçıvanın çiçeklerine, rençberin buğdayına baktığı gibi bakmayı öğrenmiyoruz. Seni hedefine götürecek her gün ne yaptığındır, her saat ne düşündüğündür, eşine nasıl sarıldığındır ve çocuğunu nasıl yaşattığındır, işini nasıl toplumsal sorumluluğun olarak gördüğündür, nefret ettiğin yaşam zalimi gibi olmaktan nasıl sakındığındır.  

    Geçmişle çok uğraşan insanlar beyin enerjilerini boşa harcarlar. Unutulmayan devamlı taze kalacaktır. İç huzuru kazanmanın temel metodu zihni boşaltmayı bilmektir. Kin duygusu mutluluğa zarar verir. Sevgiyi azaltır, zamanın ve enerjini boşa harcanmasına sebep olur. Zaferden önce ödül, işten önce ücret istemeyelim.     

    Bir kadın hayatında en çok ihtiyaç duyduğu dört hayvan vardır: Garajında bir jaguar, yatağında bir kaplan, sırtında bir vizyon ve bunların parasını ödeyecek bir eşek. Fakat tüm tutkuların, sadece felaket getirdikleri, kurbanlarını aptallığın ağırlığıyla aşağıya çektikleri bir dönemleri vardır.  

    Sahip olamadıklarına odaklanırsan, zaten onlar da yetmemeye başlar. Mutlu olduğunu sanmayan kişi mutlu değildir. Ne kadar az şey gerekir mutluluğa! Elinde olanı kendine yeter saymayan kişiyi koskoca dünyanın efendisi yapsan, o yine de mutsuzdur. Ne kadar altının olduğu önemli mi? Senin olmayan o kadar çok altın var ki!  

    Kendisine, “evet,” der, gönlümün kadını çok güzel, onu seviyorum, o da beni seviyor ama Sebe Melike’si kim bilir ne kadar güzeldi! Ah, Süleyman (as)’ın eline geçen fırsatlar benim elime geçseydi! Bu gibi karşılaştırmalar yersiz ve budalacadır; hoşnutsuzluğumuzun nedeni, ister Sebe Melike’si, isterse kapı komşumuz olsun, boşunadır. Güzelliği gördüğümüz an neyi özleriz? Güzel olmayı: bunun mutluluk getireceğini sanırız. Ama bu bir yanılgıdır. Akıllı bir insan için, elinde bulunanlar, başkalarının sahip oldukları nedeniyle değerlerini yitirmezler.   

    Zenginlik ve şöhret deniz suyuna benzer; ne kadar içilirse o kadar susatır. Hz. Peygamber, “Siz dünya işlerinde kendinizden aşağı durumda olanlara bakınız. Sizden yukarı olanlara bakmayınız. Çünkü bu davranış Allah’ın size verdiği nimetleri küçümsememeniz için daha uygundur”(Buhari) diyordu. 

    Bizi mutlu eden, bir şeyin sahibi olmak değil, tadına varmaktır. En büyük gücümüz, ilerdeki daha parlak günleri hayal edebilmemiz değil, mutluluğumuzu azaltan tüm başıboş karanlık düşünce ve duyguları kolaylıkla kovabilme gücüyle donanmış olmamızdır. Her varlığın mutluluğu; kendisine has olan fiillerinin ondan tam ve kâmil olarak meydana gelmesine bağlıdır. İnsanlar zihinlerinde canlandırdıkları kadar mutlu olurlar. Mutluluk; en azla yetinmek, elinde var olanla mutlu olmak ve elinde var olanla mutlu olabileceğini anlamaktır. 

    Yüce varlığı düşünüp rızasını almak, mutlu olmanın ilk basamağını teşkil eder. İnanç mutlu etmeseydi ona inanılmazdı. İç dünyası zengin insan tamamen yalnızken, kendi düşünce ve hayalleriyle mükemmel bir eğlence bulur. Sokrates satılmak için sergilenen lüks mallara bakıp; “Hiç gerek duymayacağım ne çok şey var.” Leonardo da Vinci “Ölülerin mesajını duyanlar ne de mutludur.” diyordu. 

    Yeryüzü çocuklarının en yüce mutluluğu sadece kişiliktir. Bir aptal, bir odun, cennette etrafı hurilerle çevrili olsa da sonuna dek bir odun olarak kalır. İnsan başarılı olur, toplum içinde özlediği yerin daha üstünü bile alır da mutlu olmayabilir. Servetin, güç ve şöhretin son noktasına varmış nice insan vardır ki, içi daima mutluluk dünyasının hasretiyle yanıp tutuşur. 

    Gösterişli apartmanlarda, göz kamaştırıcı bir konfor ve lüks içinde yaşayan insanlar görürsün ki, bunların hepsini bir günlük mutlulukla değiştirmeye hazırdırlar. Mutluluk tamamıyla gönül işidir ve içimizdedir. Onu kendi içimizden başka bir yerde sanıp aramak ve mutluluğu sırf servet, güç ve şöhrette görmek çölde serabı su zannetmektir. “Niçin ruhunu zorluyorsun / Ebedi planlar için çok güçsüz.” Mutluluk kendine yetenlerindir. Şikâyet ettiğiniz yaşam, belki de başkasının hayalidir. 

    Her şeyin mükemmel olmasını aramakla, iç huzuru istemek birbirine ters düşer. Aklı başında kişi hoş olanın değil, acı vermeyenin peşindedir. Huzurlu ve mutlu olmak için formül çok basittir; içinde bulunmuş olduğumuz durumun daha kötüsünü düşünmek. Yukarıya değil, aşağıya bakmak! Bizi her zaman ayakta tutan inanç ve tevekkülümüzü asla kaybetmemek. Kaybettiklerimizi değil, sahip olduklarımızı düşünmek. Ve her meselede hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna içtenlikle inanmak. Aksi halde, içimizdeki ümit kandilini söndürerek, kendimizi karamsarlığa ve mutsuzluğa mahkûm ederiz. 

    Benim olsaydı nasıl olurdu? diye düşünme, bunun yerine sahip olduğumuz şeyler için sık sık şunu düşünmemiz gerekirdi: Bunu kaybetsem ne olurdu? Çok mutlu olmamanın en güvenli yolu; çok mutlu olmayı istememek, yani zevk, mülk, paye, vb. taleplerini ölçülü bir düzeye indirmektir. Mutlululuk çok küçük taş parçacıklarından oluşmuş bir mozaiktir. 

    Arı hem zehir hem bal taşımaktadır organizmasında. Siz bunlardan neye talipseniz onu alırsınız. Mutluluk, mutlu olmayı arzu etmek ve mutluluğu aramak aynı zamanda bir tercihtir diyebiliriz. Hayata karşı hazırladığımız bir reçete olan mutluluk, satın alınamayan ve paylaşılarak tüketildiğinde artan bir duygudur. 

    İnsan niçin evlenir? Sorusuna verilecek en güzel cevap “hayatı paylaşmak ve katlanmak” olacaktır. Ailede acılar ve elemler paylaşılır, mutluluklar ve sevinçler paylaşılır; acılar paylaşıldıkça küçülür, mutluluk paylaşıldıkça büyür. Eşler, birbirlerine danıştıkları ve değer verdikleri oranda mutlu olurlar. 

    Bir genç, ihtiyarın birine hanımının huysuzluğundan şikâyet etti; Bunun üzerine ihtiyar, ona; “Oğlum; sabret hele, sabreden mahcup olmaz” diye öğüt verdikten sonra gürleyerek dedi ki; Gülü seven, dikenine katlanır. Dikeni bırak da gülüne bak tavus kuşunun ayağındaki kusur, her insanda vardır. Her zaman meyvesini yediğin ağacın dikeni, ara sıra bırak da canını yaksın” demişti. Vesselam.