Evvela şu bilinmesi gerekir ki, İslam’da tarafsızlık yoktur. Hatalardan biri şüphesiz ki; kötülüğün, zina yapmak, içki içmek veya her ikisine yakın şeyler yapmakla sınırlı olduğunun sanılmasıdır. Oysa Müslüman bir partiye karşı tarafsız davranmak, seçimlere hile karıştırmak, seçimlerde oy hakkını kullanmamak veya bütün partileri aynı kabul edip, kötü de olsalar, ehvenini seçmemek, kötülüktür. Zira oy’unu geçersiz kullanıp, ehil olmayanların işbaşına gelmelerini sağlamak büyük bir vebal ve büyük bir kötülüktür. Bu ve benzeri diğer kötülüklerin karşısında korkarak, kendi menfaatini düşünerek veya kurtulmayı tercih ederek meydanı boş bırakmak İslam'da yoktur.
Oy kullanmamak, ben cahilim, tercih yapamıyorum, benim için zalim gelmiş, adil gelmiş fark etmez. Onun için ben bu hakkımdan feragat ediyorum demektir. Allah, “Müminlerden özür sahibi olmaksızın oturanlarla, Allah yolunda, mallarıyla, canlarıyla mücadele edenler eşit olamazlar.”(Nisa:95) diyor.
Malcom X’in dediği gibi; “Köşeye çekilip oturmakla, hainlik etmek arasında hiçbir ayırım göremiyorum.” “Suya dokunmuyorsun, sabuna dokunmuyorsun, sen ne kirlisin be adam” diyen şair ve “Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey düşmanlarımızın sözleri değil dostlarımızın sessizliği olacaktır.” ile “Ben düşmanı lanetlerim sıra tarafsıza gelince onlar tükürülmeye layıktır.” diyen Aliya Izzetbegoviç ne güzel demişlerdir.
Ahmed Serhendi, hocalarla bir toplantıda, “Müslümanların şu anda birçok musibetlere duçar kaldıklarını söylemiş, kendilerine farz namazların son rekâtında kunut duası okumalarını ve bunun sünnette yerinin olduğunu” söylemişti. Biri; “Müslümanların üzerinde ne gibi musibetleri vardır ki?” Kendisine, hiçbir musibet yoksa da sen bu kadar Müslümanların dertlerinden uzaksın ya! Bu duanın okunması için musibet olarak sen yetersin.” demişti. Müslümanların emperyalistlerin karşısında bu kadar sömürüldüğü ve onların iç işlerine müdahale edildiğinden bigâne olup oyunun kıymetini bilmeyenler de bir o kadar musibettirler.
Şüphesiz sahip olduğumuz mantık, yöntemlerinde bir aksaklık meydana geldiğinde, 2 x 2= 5’tir, diyebiliriz. Bu fikirler dünyamızda bir aksaklık ve arıza oluşumunun habercisidir. Bir işin temelini doğru atmak işin doğru gidişinin habercisi olacaktır. Ancak probleme yanlış başladığınız zaman problem hep problem olarak kalacaktır. Binaenaleyh pergel, gönye, cetvel bozuk oldu mu onlara dayanan bütün orantılar, onlara göre yapılan bütün yapılar da ister istemez kusurlu ve sakat olur.
En iyisi yoktur diye makam, memursuz bırakılmaz. “Böyle bir yağmur yağmamış ise, hafif bir yağmur, az bir nem de yetişir.”(Bakara:265) Ayeti “Hepsine ulaşılmayan şeyin tümü de terk edilmez” külli kaidesini gerektirmiştir. Yani ziraatçılar, ya Rabbi! Bizim istediğimiz yağmuru göndermedin o halde senin az yağmurunu ve nemini de istemiyoruz gibi bir lüksleri olmadığı gibi, bir Müslüman da en iyisi yoktur o halde benim için hepsi aynıdır diyemez. “Max Wewber’in deyimiyle, “Yanlış seçim yapmak kefaret gerektiren gerçek bir hatadır.”
İslam’ın ilk kaynağı olan Kur’an’a baktığımızda bu konuda karşımıza çıkacak bir sürenin ana konusu olan Müslümanların, Ehli Kitapla savaşan ateşperestlerin arasına farkı koyup Ehli Kitabı tevhit dairesine alarak taraflarını tuttuklarını görüyoruz. “Rumlar, yakın bir yerde yenilgiye uğratıldılar. Onlar, yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Önce de, sonra da emir Allah’ındır. O gün Allah’ın (Rumlara) zafer vermesiyle müminler sevinecektir.”(Rum:1-2-3)
Kur’an’ın ölçüsü; “İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak yahudiler ile şirk koşanları bulacaksın. Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da “Biz hıristiyanlarız” diyenleri bulacaksın.”(Maide:82) Allah bu ayetlerde ehli kitabı müşriklere tercih ediyor ve hıristiyanları da yahudilere tercih ediyor. Müslümanın ölçüsü devamlı en iyisine ulaşmıyorsa en az kötüyü kötü olana tercih edecektir. Ölçü devamlı; “Küçük günah, büyük günaha, büyük günah ise küfre tercihtir.” Bu “Zararı eşed, zarar-ı ehaf ile izale olunur.” “İki fesad tearuz ettiğinde ahaffı irtikab olunur.” “Ehven-i Şerreyn ihtiyar olunur.” Kaideleriyle kayıt altına alınmıştır. Bu konuda muvazene (karşılaştırma) her zaman için iyi olan ile daha iyi olan arasında, azimet ile ruhsat arasında, iki şerden daha hafifi, iki zarardan daha ehveni arasında söz konusudur.
Ancak istediğim hakka ulaşamıyorum dolayısıyla ehveni tercih de etmiyorum gibi bir lükse sahip olduğumuzu zannetmeyelim, zira bunu bu şekilde algılamak batılın yanında bulunmaktır. Nasıl ki, şerrin ehveni tercihse, hakkın yanında yer almak da ehvene tercihtir. İnsanın şahsını ilgilendiren tercihler, kendisini bağlar ve onu, vicdanının sorumluluğuna bırakılabilir. Ancak kamu yararına taalluk eden maddi veya manevi bütün tercihler şahsa taalluk eden tercihlerden önde gelir. Ehven-i şer Hudeybiye barış antlaşmasının barış ortamını, peygamber ve ashabına reva görülen baskıcı Mekke müşrik devletinin zalim ortamına tercih etmektir. Genel maslahatı ilgilendiren konularda, tespitin, objektif ölçülerle yapılması bir zorunluluktur. Müslümanların yönetimi, siyaseti ile ilgili olursa, Müslümanların bu mevzuyu istişare gündemine aldıktan, ince eleyip sık dokuduktan sonra sonuca varmaları elzemdir.
Küfrün oyunlarını ve desiselerini iyi bilip, oyunlarına gelmemek, feraset sahiplerinindir. Feraset sahibi insanlar, olayların sonuçlarını önceden kestirir; bundan yoksun olanlar da sonradan farkına varır. Şunu da unutmayalım ki tarafsızlık; toplumda görülen tüm haksızlık ve gayrı meşru yönetimlere yapılan insan hakları ihlallerinden bana ne demek; yönetimde, zalim ile adil; mümin ile münafığın hiçbir farkı yoktur, anlamına gelmektedir. İki horoz dövüştüğünde bile tarafsız kalınmaz iken, memleketin idaresinde tarafsız kalmak nasıl izah edilir? İslam’a göre, Müslüman ve muarızlar karşı karşıya oldu mu, ihtilafsız olarak Müslüman’ın yanında yer almak; farzdır. Vesselam.