Yüce Rab'ımız insanı yarattığı zamanı onu akıl gibi yüce bir değerle donattı. Çünkü yeryüzünün en sarsılmaz saltanatı aklın saltanatıdır. Akıl, vücudun efendisidir. Akıl hem herkese hem de Allah’a vermesini bilen sultanımızdır. Kaderimizin sırrı onda saklıdır. Bütün dinlerin müşterek Allah’tan ilk mürşidi odur. Hayır ve şerrin hata yapmaz hâkimi olan vicdanı bize rehber yapan devlet de odur. Onun azametiyle hayatın kıymetini anlıyoruz. Onun sefaleti hayatı manasız ve çekilmez yapıyor. Saadetimizin müjdecisi o olduğu gibi ıstırabımızın telkincisi de odur. Duygularımızı derin bir denizin nurlu ışıkları gibi iç âlemimizde sıralıyan, onları hayvanilikten kurtarıp insaniliğe doğru yönelten ve insani olan mıntıkadan da ilahi beldeye doğru onlara yollar açan yine hür aşkımızın sultanı olan akıldır. İrademizi kımıldatan ilk kuvvet veya şart o olduğu gibi ilimleri yapan tecrübenin avcısı da aynı hakikatler üstadıdır. “Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.(Bakara:242-249)
İnsanlar, akıllarını kullanmazsa, Allah, ceza olarak onların üstüne pislik yağdırır. “…ve akıllarını hüsn-ü isti’mâl etmeyenleri (güzelce kullanmayanları) O, pislik içinde bırakır.”(Yunus:100) Zaten din, akıllı insanların övgüye değer seçimleriyle, gizli veya açık, iyiliğe yönelten ilahi bir öğreti değil midir? Allah, doğru olanı ve lütfunu, hakkı araştırma yolundaki akl-ı selimini doğru biçimde kullananlara bahşeder. Zira Allah, böyle bir kimseye, ihlâsı ve gayreti oranında hakikate ulaştırıcı vesileler tayin eder ve ona, imana götürecek sahih bilgiyi bahşeder. Ancak cehalet, delalet, batıl düşünce ve davranışın pisliğini, hakikati aramayan, onda sebat etmeyen, önyargıları yüzünden akl-ı selimini gereğince kullanmayan yahut aklını, hakikati arama cihetinde yönlendirmeyen kimse üzerine bulaştırır. Böylelerinin müstahakkı budur. Aklı kullanmayanlar, hep mutaassıp olur, zihni fukaralaşır, bundan dolayı da fikri ukala olur ve hırçınlaşır, saldırgan olur.
İslam akli bir dindir. Zira Kur’an, tekrar tekrar aklı olmayanın dini apaşikar bir şekilde sahte bir din olarak kınar. Kendi aklını kullanmayan insan, kitapların en güzeline de inansa, özgür düşünemiyor demektir. İslam, aptallar için inmiş bir din değildir. Aptallar ziyafet yapar, akılılar da o ziyafeti yerler. İki yanlış bir doğru etmez, sözün odun olsun ama akla uygun ve hakikat olsun. Varlığımızın karşısında akıl, dünyamıza nazaran güneş gibidir. Karanlıklarımızda yolumuzu şaşırmaktan kurtarır. Akıl başka yerde olunca, gözler kör olur.
Tecrübe akıldan ayrı bir şey değildir; zira onu aratan ve tatbikini öğreten de yine akıldır. Akıl sultanının ilahi eserine ulaşamayanlar, yani ondaki hakikat aşkını tanımayanlar için akıl sadece bir vasıtadır. Ekspres gibi geçiyor güzel günler! Ne sıcak vücutlar gitti toprağı ısıtmak için! İçimin ateşinin kıvılcımları döne döne gökyüzüne çıkar. Gözyaşımın damlaları döne döne toprağa dökülür.
Kulluğun gereği yerine gelmediği zaman ise “onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.”(Furkan:44) İnsan, nefislerin en üstünü olan düşünen nefse sahip olduğu için insan olmuş, bu sayede meleklere benzemiş ve hayvanlardan ayrılmıştır. At, eğitimi kabul ettiği için, eşekten üstündür. Aynı şekilde, şahin de kargadan üstündür.
İnsanların en aşağısı, aklı az ve hayvana yakın olanıdır. Aklın gücü onun feyzini arttırır, gerçeğin ışığı yolunu aydınlatır. İnsan olarak kaldıkça, insan için bundan daha yüce bir durum yoktur. Dünyayı değiştirmek için kullanabileceğiniz en güçlü silah eğitimdir. Asıl hasta, hastalığını bilmeyendir. Kendimizi aramak, bulmakla başlayacaktır. Beni önceden bulmasaydın hiç aramazdın. Ben seni uzaklarda ararken sen kendi evinde idin.
Hayvan güdüleriyle hareket eder, bu ona kodlanmış olarak verilmiştir, bir bakıma kendisine tayin edilmiş olan haritayı takip eder. Akli melekeleri yoktur, ilkel seviyede zekâ sahibidir, vicdandan habersizdir, doğası neyi gerektiriyorsa onu yerine getirir. İnsanın hayvandan farkı şeylerin arasını ayırabilmesi, bağ ve bağlantılar kurması, muhatap olması, düşünebilmesi, muhakeme kurabilmesi ve doğruluğun, iyiliğin ve güzelliğin ne olduğunu bilebilmesidir. Ruh duygudan mahrum kalırsa, sadece hayvanlar ile insanlar arasında değil, aynı zamanda insan ile ağaç kütüğü, taş veya bu türden başka bir şey arasında ne fark kalır?
Tüccar olur, çok kazanmasını belirler. Düşman olur, vurmasını belirler. Dost olur, aldatmasını belirler. Diplomat olur, hainliği belirler. Bu akıl hasta akıldır. Hasta aklın ilk alameti gururdur. “Ben” der “bilirim”; “ben” der, “yaparım” der; “ben” der; “okurum” der; “ben” der; “ben” der, “ben” der. O “sen” demesini bilmez, çünkü onun bütün bilgi malzemesi, farkında olsun veya olmasın, vücuduna ait isteklerin şuur arkası karanlığındaki hoyrat yapıdan çıkarılmıştır. Yemin ederim ki her şeyi bilmek bir hastalıktır. Kim hastalıklarıyla gurur duyup onlarla övünür ki?
Kişi sadece kendi bedensel hazları esas alıp nefsi kendisinden neyi istiyorsa onları temin etmek üzere yaşamaya başlarsa aklını iptal etmiş olur, aklın iptali ahlaki normların iş ve işlev göremez hale gelmesine yol açar. Nasıl dini olmayanın aklı yoksa aklı olmayanın da ahlakı yoktur. Hayvanın davranış ve tepkileri iradi olmadığından insanın bu duruma düşmesi “hayvan-altı dereke”ye düşmesi anlamına gelir.
“Kendisi varlıktan payını almamış kişi ne zaman ve nasıl varlık bahşedebilir? Bir damla suyu olmayan, eski ve kara bulut ne zaman ve nasıl su verebilir?” İnsan varlığı, diğer şeylerin arasındaki bir şey değildir. Şeyler birbirini belirler. Ama insan kendini belirler. Kendi değerinin ne olduğunu, kendine ne değer biçeceğini yine kendin bilirsin. Çünkü insanlar kendi değerini kendilerine göre biçerler. Vesselam.