Vuhan’da patlak veren virüs nedeniyle kendilerini yerlere savurup, çığlık atan insanlar izledik televizyonlarda. Bu süreci kontrol altına almak adına;  “hayat eve sığar” sloganıyla insanın tabi ihtiyacı olan D vitamini açısından yüksek olan güneşten, temiz oksijen almaktan, sevdiklerimizle bir araya gelmekten, birbirimizden aldığımız psikolojik destekten, sıcak bir temastan mahrum kaldık. Bu boşluğu vazgeçilmez listemizi oluşturan telefon, tabletler vb. teknolojik ekipmanlar doldurdu. Hayatımıza giren grafenli maskelerle zorla ağzımız kapatıldı, faz aşaması tamamlanmayan ve yan etkileri ölümcül olan aşılara denek olarak bir kısım çaresiz güruh koşa koşa atladı. Bir kısmı ise mecbur bırakıldı. Her gün hava durumu gibi vaka sayıları gösterilerek topluma korku pompalandı.

Bununla beraber Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın “Grip olan vatandaşlarımızın sayısını günlük olarak ilan etsek benzer manzaralarla karşılaşacağız, gripten kaybettiğimiz vatandaşlarımızın sayısı günlük olarak açıklasak salgından farklı olmadığını göreceğiz, müsterih olunuz” açıklamasıyla birlikte iki yıl süren pandemiden sonra gönüllerimize su serpen konuşmasına müteşekkir mi olmalıyız? Peki, Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünya genelinde her yıl 5 milyon civarında grip vakası ortaya çıkıyor ve bundan kaynaklı ölümlerin sayısı 650 bini buluyorken, koronavirüs konusunda neden bu kadar panik yaşatıldı?

Pandeminin etkisi sadece maske takmak, evden çıkmamak, sosyal mesafeyi korumaktan da öte, teknolojinin dijital kölelikle birleşmesi sonucunda hayatımızın merkezinde yer çarpıcı etkiler bırakmıştır. Düz gidilmeyen yolda yıkıcı izler görülür. Bugüne baktığımızda ise, çocuklarda konuşma, zekâ geriliklerine varan, iletişimsizlikten doğan ciddi sağlık sorunlarının olduğu görülmekte ve ileri yaşlardaki bireylerin ise ciddi bir düzeyde alzhiemer’e yakalandığı belirtilmektedir. Her yaş aralığında ortaya çıkan psikolojik, zihinsel buhranlar mevcut.  Almanya'nın uluslararası en saygın enfeksiyon uzmanlarından ve en çok atıf yapılan tıbbi araştırmacılarından Prof. Sucharit Bhakdi da aşıların ölüme varan bir çok hastalığa sebebiyet vereceğini söylüyor. Bu süreçte bize dayatılan,  işe yaramayan çözümlerle insanları çaresiz bıraktılar.

Hiçbir şey bir tesadüf eseri değildir. George Bush bir röportajında, “Dudaklarımı okuyun; korku her zaman güçlü elitler tarafından halkı kontrol altında tutmak ve yönetmek için kullanılmıştır.” diyerek korku temasıyla toplumu ne için yönlendirileceğini ifade etmiştir. Küresel güçlerin vaatleri olan yeni düzen, tek devlet için medya kanalıyla akıttıkları her korku pompalanmasında; tek çarenin yine küreselcilerden gelmesi ne kadar da şaibeli bir durum. Bir sonraki senaryoları da yapay kıtlık mı olur dersiniz?

İnancı olmayan elbet korkar. Nasıl ki bizim ecdadımız Yüce Allah’ın ﷻ ipine sımsıkı tutunduklarında üç kıta ve yedi denize hükmetmişlerse biz de bu yolu kendimize şiar edinip maddi-manevi değerlerimizle, köklerimizle gurur duymalıyız. Belli kelimelerle algı operasyonu yapıp, bize ümitsizlik-korku aşılayarak ufkumuzu daraltmak, inancımızı ve değerlerimizi yitirmemizi isteyen kimselere en güzel kelamı şu kavilden söyleriz;

وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللّهُ وَاللّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ  “Onlar tuzak kurarlarken Allah ﷻ da tuzak kuruyordu. Allah ﷻ tuzak kuranların en hayırlısıdır (Enfâl Suresi 35).”  Sağlıklı ve şuurlu günlerde görüşmek dileğiyle…