İçtihat, dinin hayatın değişkenliğine cevap veren sistemi ve kişinin kendi aklını kullanmaya cüret etmesidir. Gelecek yeni sorunlara çözüm bulacak şekilde yeni koşullarda yeni görüşler ortaya çıkarılır. İslam’daki içtihat öğretisi, bu yüce dinin zaman içinde olagelen gelişme, değişiklik, ihtilaf ve olaylara, gerekli tatminkâr cevabı verebilecek yetenek ve esneklikte oluşunun yegâne delil ve göstergesidir. Eskiyi bir genç kızın peşinden gider gibi takip ediyoruz. Peki, ama o güzel kız günün birinde yaşlı, huysuz bir kadın olursa ne olacak?
Geçmiş yüzyıllarda yapılmış bazı içtihatlar şu an itibariyle bir mana ifade etmemektedir, donmuştur. Geçmişteki dönem için iyi olabilirler fakat İslam zaman içinde yaşamalıdır ve içinde yaşanılan zamanın problemlerine de cevap verebilmelidir. Zamanı yakalamak için ileriye koşmak gereklidir. Zafere ulaşmak için tek yol budur. Eski içtihatların zincirinden ve onların sunduğu İslami doktrini körü körüne taklitten vazgeçmek gerekmektedir. Şairin, “Doğan güneşler her gün aynı da her gün yeni, / Ezelden, ebede dek işte İslam düzeni” dediği gibi, o “eskimez, yeni”dir.
Kendilerine İslam’ın muhafızı rolü biçen ulema bağımsız düşünce ve bilimsel ilerlemeyi öylesine kısıtlamıştı ki, Avrupa bile aydınlanma ile uyanırken, Müslüman dünyası hala orta çağı yaşıyordu. Üzerinde çevresini aydınlatamayacak ve başkalarına ışık veremeyecek kadar küçük bir ateş olan, çıranın ince bir fitili gibi, İslam’ın gerçek düşmanlarının veremeyeceği zararı veriyorlar. İslam’ın yeniden canlanması için tek umut şeriatın modernizasyonudur ve bunun tek yolu da şeriatın yetersiz ve bilgisiz ulemanın elinden alınmasıdır. Gericiliğin içinden bir ilerleme çıkmaz.
Nıetzsche, “Deri değiştirmeyen yılan ölür. Düşünce değiştirmesine engel olunan kafalar da öyle… Her sabit düşünce sahibi için zindandır.” diyordu. Heykeltıraş bir taş kütlesinin içinde ideal güzelliği duyumsanır kılacak formu yakalamaya nasıl çalışıyorsa, fazla olan ne varsa at, eğri büğrü olanı düzelt, karanlık olan her şeyi temizle ve parlat; erdemin ilahi ışıltısı senin için ışıldayana dek, ‘kendi heykelini yontmaya’ devam et.
Fikrim değişmez kadar tehlikeli bir laf olamaz. Şeytan yeniliğe ayak uydurmadığı için ve eskisinde direttiği için Allah’ın dergâhından kovulmuştur. Deliler de kendi sanlarına inanırlar ama ne kadar çok inanırlarsa tedaviye de o kadar çok ihtiyaç duyarlar. Değişim neden bu kadar dehşet veriyor? Odunların rengi değişmedikçe, kızarıp ateş olmayınca su ısınmaz, yediğimiz yemekler başka maddelere düşünmedikçe gıda olmaz. Dünya hayatı, birer değişimden başka bir şey değildir.
Kur’an’ın kendisi bile, verdiği mesaj ebedi olmakla birlikte, son derece özellikli tarihsel olaylar üzerine gönderildiğini belirtir. Muhammed (as)’in topluluğu geliştikçe, vahiy topluluğun ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde gelişmiştir. Hatta Muhammed (as)’in yirmi üç yıllık hizmeti boyunca, Kur’an neredeyse sürekli değişim halinde olmuş ve dramatik farklılıklar göstermiştir.
Kur’an’da başlangıçta şarap içme ve kumar konusunu tarafsız denebilecek bir yaklaşım sunarak, her ikisi için de “Hem büyük günah hem insanlar için bazı yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür.”(Bakara:219) denmiştir. Bundan birkaç yıl sonra gelen başka bir ayet, içki ve kumarı yasaklamamakla birlikte, inananları kumardan uzak durmaya çağırmış ve “sarhoş iken namaza yaklaşmayın.”(Nisa:43) demiştir. Ancak, bundan bir süre sonra, Kur’an hem içkiyi hem de kumarı açıkça yasaklamış, bunların şeytanın işi olarak adlandırmış ve en büyük günah olan putperestlikle ilişkilendirmiştir.(Maide:90)
Çaba göstermeyip koyun gibi yaşayan insanlar, hiçbir şeyi tam anlamıyla inceleme zahmetine girmezler. Daha önce verilmiş bir içtihadı arayarak zamanını harcamayı tercih ederler. Böylece gerçek zekânın ucuz taklitlerini üretip dururlar. Zayıflar sadece gerçeklerden kaçar. Deve kuşları gibi başını kuma gömebilir, gözlerini kapatıp onu kelimeler ve formüller sisinde kaybetmeye çalışabilir ama gerçek inatçıdır ve yere sımsıkı tutunur. Mevlana’nın; “Dünle beraber gitti ne kadar söz varsa düne ait, / Şimdi yeni şeyler söylemek lazım” ve “İslam rönesansı içtihada dayanır.” tespiti prensiptir.
İnsan aklı hem sınırlı hem de inşa edicidir; her şeyi açıklayamaması açısından sınırlı ve her şeyi körü körüne kabul etmeme açısından inşa edicidir. Geleceğin İslam ve onun kültürel mirasının etkisi altında formüle edilmesi, bağımsız teorileştirme eylemlerinin veya çağdaş fıkıh ve içtihadın sorumluluğudur.
İçtihat uyanışın/yaşamın idamesi açısından İslam’ın kaçınılmaz şartıdır. İçtihat, asıl olanın ne olduğunu öğrenmek ve “Taklit” gecesinden kurtulmak, gaye ve anlam sorusuna cevap aramaktır. İçtihat kapısı kapalı değildir; Kur’an’ın prensiplerini zamanlarının sorunlarını yeniden uygulamak, insanların hakkı olduğu kadar görevidir de. Bunu reddetmek, durgunluk ya da taklittir ve bunlar da materyalizm gibi gerçek İslam düşmanlığıdır. Napolyon’un “Eski Avrupa bana bıkkınlık veriyor.” dediği gibi bu tür durumlar ruhumu daraltıyor.
Müsteşriklerin “İslam, gerilik ve hareketsizlik dinidir” şeklinde çirkin sözlerini içtihadın yolunu kapatmakla doğrulamış oluyoruz. Bu beyin felci, muvahhit imamlardan sonrası en tehlikeli düşüncedir. Durgunluk ve taklit her zaman kötüdür, fakat şimdi daha da tehlikelidir. Aydınların aydınlatmadığı toplumları ehli olmayan şarlatanlar aydınlatır. Değişim görülmeyen yerde devrim imkânı çok azdır. Çağ değişim çağıdır, bilgi çağıdır. Donmuş hükümlerle insanlık idare edilemez.
İbn Abbas, Hz. Ali’nin mahkemede verdiği kararları istedi, bazen bir karara takılıyor ve “Vallahi, eğer sapıtmış değilse, bu hükmü Ali vermiş olamaz.”(Müslim) diyordu. Bu zamanın ve şartların değişmesi ile Ali’nin içtihadı durumlarının değişime uğramasıdır.
İmamü’l-Harameyn el-Cüveyni, “Bir olayda Hz. Ebubekir’in görüşü sabit ise ve zamanımızdaki müçtehidin fetvası ona uymuyorsa, Müslümanların, Ebubekir’den sonra gelen kendi zamanındaki müçtehide tabi olması vacip olur, bu müttefikun aleyh bir konudur.”(el-Giyasi) demiştir. Bir müçtehidin, içtihadı meselelerde başka bir müçtehide muhalefet etmesi bidat değildir. Vesselam.