DİLENCİLİK!

Dilencilik günlük yaşamda sık karşılaşılan bir sosyal sorundur, modern toplumlarda dahi, yaygın bir biçimde görülmektedir. Günümüzde dilencilik, bireysel ahlaki kötülük olmaktan çıkıp, kadim bir meslek haline gelmiştir.

Basit bir mesele gibi gelebilir..

Halbuki toplumda hoş karşılanmayan bir sorundur.

Mesela ihtiyacı olmadığı halde isteyen biri ihtiyacı olanın önüne geçiyor, ihtiyacı olana haksızlık yapıyor.

Toplumda da ihtiyacı olan gerçek muhtaçlar kaybolup gidiyor

Dahası ihtiyacı olana ‘vermeme’ alışkanlığı oluyor.

Bu dinen de suç, dünyevi hukuka göre de suç…

Batmanda her köşe başında, cadde ve sokaklarda bunları görebilirsiniz.

Zabıta veya kolluk kuvvetleri onlarla ne kadar mücadele etse bitmesi mümkün değildir.

Dilenciliğin, ekonomik, sosyal, kültürel pek çok sebebi bulunmaktadır. Bu sebepler ortadan kaldırılmaksızın dilencilikle mücadele edilebilmesi mümkün değildir. Türk Hukuku’nda dilencilik eylemi ile hukuki alanda mücadele amacıyla iki farklı düzenleme getirilmiştir. Bunlardan ilki, dilencilik kabahati; ikincisi ise dilencilik suçu.

Dilencilik suçu ile, dilencilik kabahatini ayıran husus, dilencilik kabahatinde bireysel dilenme söz konusu iken; dilencilik suçunda, bir çocuk veya engellinin dilencilikte araç olarak kullanılmasıdır. Dilencilik, insanlık tarihiyle yaşıt bir “meslek” olup; yer ve zaman farkı gözetmeksizin hemen her toplumda görülen ve doğrudan insanların “merhamet” ve vicdan duygularını istismar ederek menfaat elde etmeyi temel ilke olarak benimseyen bir davranıştır . Dilenciliğin arka planında, muhtaç insanların toplumsal dayanışmayla ihtiyaçlarının giderilmesi gibi makul bir gerekçe bulunsa da; dilenenlerin büyük çoğunluğu için dilenmek, muhtaç olmak ile bunu meslek haline getirip kolay yoldan hayatı devam ettirmek arasında ince bir çizgiyi ifade eder hale gelmiştir . Dilencilik, kültürdeki “iyinin ve iyiliğin kötüye kullanımı” olarak kendini gösteren ve gelenekte zuhur eden bir “ur”dur . Bu yönüyle dilencilik “ahlaki bir kötülüğü” de ifade etmektedir6 . Karşısındaki insanın merhamet damarını ortaya çıkarma, merhamet ve digergamlık hislerini sömürmeyi amaç edinen, bunun için kendi çocuğunu ve –gerçekse bedensel engellerini/sakatlıklarını dahi araç olarak kullanmayı “meşru” görebilen, bu yönüyle insan onurunu hiçe sayan bu “meslek”; mücadele edilmesi gereken toplumsal bir sorun ve “utanç”  haline gelmiştir. Heterojen ve pasif bir yapıya sahip olan kent yaşamının ilişki düzeyi düşük, gevşek ve zayıf bir temas alanı oluşturması ve sosyal yakınlığı kaybettirmesi sonucunda, dilenciler/dilencilik kentin gevşek ilişki ağı içerisinde yer bulmakta ve bireylerin davranışları sonucunda sürdürülebilir bir pozisyon kazandıktan sonra, kent aktörlerinin davranışları imkân tanıdığı ölçüde yaşamlarını devamlı kılmaktadır . Nitekim dilencilerin “mekân” olarak kentlerin kalabalık noktalarını (tren istasyonları, otogarlar, sokaklar, alt ve üst geçitler), özellikle cami önlerini seçmesi ve dini bayramlarda daha sıklıkla ortalıkta görünür olması bu devamlılığı canlı kılmaktadır. Kent yaşamının kalabalıklığı ve kentte yaşayan kalabalığın –doğal olarak- homojen bireysel davranış tarzına sahip olmaması, dilenciliği sürdürülebilir kılmaktadır.

Bu nedenledir ki, iyilik damarını yakalayıp derin derin sızlatmak için, çoğu zaman dilencilikte kadınlar “anne” rolünü; erkekler “yaşlılık” olgusunu ön plana çıkarmakta, “çocuk” figürü ise, dilenciliğe önemli bir boyut getirmekte, avantaj sağlamakta ve “dilenme ümidini” canlı tutmaktadır. Dilencilik bazen, salt dilenme olarak karşımıza çıkarken bazen de, bir kadın, çocuk ya da engellinin (ya da engelli zannedilen bir kimsenin) kağıt mendil ya da çiçek satma görüntüsü altında “gizli ya da dolaylı” bir tarzda karşımıza çıkmaktadır. Örtülü dilenme olarak tanımlanan dolaylı dilenme, yardımsever kimse bakımından “bu kişi çalışıyor, bu dilenci değil” algısı oluşturup, sunulan hizmet bedelinin üstünde bir miktarın elde edilmesiyle sonuçlanmaktadır . Hiç şüphesiz dilenmenin bu kadar yaygın, olağan ve sıradan kabul edilmesi, toplumsal psikoloji açısından da irdelenmesi gerekmektedir. Nitekim çoğu popüler hale gelen, bilgi, şarkı söyleme, oyunculuk ya da dans yarışmalarında dahi, yarışmacıların programın sonuna kadar devam edip, hak ettiklerini alıp gitmek yerine sunuculara “yalvarır” hale gelmesi; bu türden yarışmalarda, bilgi ve yeteneğin değil, acıklı hikâyelerin ve acındırma yeteneğinin ön plana çıkarılmasının toplumsal bir “dilencilik psikolojisi” oluşturduğu da haklı olarak dile getirilmektedir.

Dilenciliğin merhamet ve acıma duygularına hitap ettiği ve dilencilerin de bu hislere hitap etmek için her türden sömürü aracına (hastalık, bendensel engeller, çocuklar, açlık, maneviyet vs.) başvurduğu; dilencilere yardım eden pek çok kimsenin de “sevap kazanmak” veya “belayı def’etmek” ya da “isteyeni geri çevirmemek” için bu yardımı yaptığı nazara alındığında dilencilik ile maneviyat ya da “din” ilişkisinin ortaya konulması gerekmektedir. Kur’an’da “İnsan için kendi çalıştığından başkası yoktur” ayetiyle (Necm 53/39) mü’minler kesb’e (maddi ya da manevi bir emek ile elde edilen kazanca) yönlendirilirken; Allah’ın Elçisi de, “İnsan için kendi çalıştığından başkası yoktur” diyerek (Buhari, Buyu 15), insanların bizzat kendi çalışmalarının karşılığı olarak kazandıklarını harcamasının/yemesinin daha hayırlı olduğu beyan etmiştir . Kur’an ve hadisler, insana çalışmayı emretmiş ve iki günün eşit (müsavi) olmasını zarar/hüsran olarak kabul etmiştir. Çalışmamak ya da tembellikten kaynaklanan fakirliği meziyet kabul etmek İslam’ın izzetine ters düşer30 . Dilenciliğin haysiyet kırıcılığı ve gerçek ihtiyaçlarını sunamayan insanların durumu Kur’an’da (Bakara, 2/73) şu şekilde anlatılmaktadır: “Zekât ve sadakalar kendilerini Allah yoluna adamış yoksullar içindir ki, onlar yüzünde (kazanç için) dolaşmaya güç yetiremezler. Bilmeyenler iffetlerinden dolayı onları varlıklı sanır. Sen (Resulüm), onları simalarından tanırsın; çünkü onlar yüzsüzlük edip insanlardan bir şey istemezler. Yaptığınız her hayrı Allah muhakkak bilir.” Gerçekten mahrum kalan kimselerin asli ihtiyaçlarını zekat32 veya gönüllü kurum ve kuruluşlardan yahut uygun görülen kişilerden (her önüne gelenden değil) talep etmesi dilencilik olarak nitelendirilemez…