İslam devletinde devlet otoritesinin esas kaynağı, şeriat hükümlerinde bizim için belirlenen şekil ve muhtevasıyla ilahi iradedir. İslam toplumunun yetkisi ise ipi Allah’ın elinde olan vekâlete dayalı bir yetkiden öte bir şey değildir. Hz. Muhammed bu buyruklardan ayrılma yetkisine sahip değildi ki ümmeti bu yetkiye sahip olsun. “Eğer peygamber bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, ebette onu kıskıvrak yakalardık, sonra onun can damarını koparırdık.”(Hakka:44-46) İnsan, özgür irade ve akla sahiptir. Bu nedenle devletin yönetiminde söz sahibi olmalıdır. Allah; “Onlar ille de buluttan gölgeler içinde Allah’ın ve meleklerinin gelmesini mi beklerler?” diyor. Allah, iktidarı halk aracılığıyla yönetenlere verir. Allah’ın işi, insana nasıl medeniyet kuracağını, sosyal ve siyasi kurumları nasıl organize edeceğini, insani yaşamanın sorunlarını çözmek için hangi mekanizmaları kullanacağını söylemek değildir. Allah’tan böyle bir beklentimiz olmamalıdır. Böyle konularda Allah’ı insanın yerine geçiremeyiz. Hz. Ebubekir; “İyi bir şey yaparsam beni destekleyin; kötü bir şey yaptığımda ise beni kılıçlarınızla düzeltin”(İbn Sa’d) derdi.

Kur’an’da nasıl sistematik manada astronomi, fizik, tıp, fıkıh, kelam, tasavvuf gibi insanlar tarafından sistemleştirilen disiplinler mevcut değilse, ayni şekilde sistemli bir siyaset de mevcut değildir. Bazıları, “Bizde Kur’an olduğuna göre niye bir anayasaya ihtiyaç duyalım ki?” Bazıları da, Kitap’ta kendilerini demokratik bir biçimde yönetme işinin insanlara bırakıldığını söyleyerek “İşlerinizi aranızda meşveretle halledin”(Ali İmran:159) ayetini ileri sürerler. Kur’an, insanla ilgili bütün göndermelerde bulunmuş, kendisine özgü bir dil ve üslupla insanları bilgilendirmiş, sosyal hukuki, ekonomik ve siyasi alanlarla ilgili temel prensip ve kıstasları üst değerlerle bütünlük içerisinde ortaya koymuş, Ancak sistemleştirme konusunu insanın aklına, bilgi ve tecrübesine terk etmiştir. Hz. Ömer İslam’ın ilk bağımsız zihniydi. Hz. Peygamber hastalığının beşinci gününde “Size bir kitap yazayım, yani vasiyet yapayım ki, ondan sonra sapıtmayasınız.” Hz. Ömer, Elimizde Kur’an var. Allah’ın kitabi bize yeter”(İbn Sa’d) gibi dikkate değer kelimeleri telaffuz ederek ahlaki cesaretle, Kur’an’ın elimizde bulunması herkesin kendi şartlarına göre yönetim işlerini düzenlemesi ve böylece dünyevi işlerde toplumsal menfaatlere tam bir özgürlük ve bağımsızlık tanımıştır.

İslam yönetim anlayışının temelinin şura olduğu ve bir takım kavramların bunu şekillendirdiğini görmekteyiz. Bunlar Tevhid, itaat, hilafet, beyat, Şura, emri bil maruf, velayet, emanet, adalet, mülk ve hükümdür. Bununla beraber eşitlik, özgürlük, kardeşlik, ifade hürriyeti, sosyal devlet anlayışı gibi kurallardır. Bu kavramların açılımı yapıldığında hemen hemen İslam’ın siyaset teorisi ortaya çıkarılmış olur.

İslam kâfi derecede esnektir, çağdaş her duruma kolaylıkla uyum sağlayacak vasıftadır. Halka yararlı olan her şey ahlakidir… Yeter ki hususiyetle vahyolunmuş emirlerle tezada düşmüş olmasın! İslam’ı gerçekten anlayan müminler, inanç ile çelişmeyen her yeni şeye kucak açarlar; yeniyi bir yozlaşma unsuru olarak kabul etmezler. Şahsen ben, insanlığın saadetini yükseltmeye dayalı bir dinin İslam cemiyetine faydalı olan bir şeyle bağdaşmaz olacağına inanmıyorum. Bundan dolayı diyebiliriz ki; demokrasiyi İslam’ın ruhuyla, kültürümüzle ve medeniyetimizle harmanlamak olarak tarif ettiği İslami bir demokrasi kavramını söylemede sakınca görmüyorum. İmam’ul-Harameyn, el-Cuveyni “İslam’a mensup olan herkes İslam’da yöneticinin varlığına ittifak etmiş ve seçilişinin seçimle olmasını kabul etmiştir” demektedir.(el-Giyasi)

Defaatle söyledik peygamber (sav) Mekke’deyken, “Hulf’ul-Mutayyibin” “Hulf’ul-Fudul” anlaşmalarına katılmış ve vahiy’den sonrada, “Kırmızı develerle değişmem ve bugün de çağrılsam katılırım”(Ahmed,Tirmizi) demiştir. Yeri geldi Darü’n-Nedve’lerine (Mekke müşrik parlamentosu)’na katıldı.(Taberi) “Yahudi ve Hıristiyan’larla bir sürü anlaşmalar yaptı”(İbn Kesir) Anlaşmalar karşılıklı tavize dayanır. Yahudi’lerin “Biz Muhammed’le anlaşma yaptık, o bizim bazı şartlarımızı kabul etti, biz de onun bazı şartlarını kabul ettik”(İbn-i Hişam) demeleri bu işin temelini oluşturur. Bu güce ve imkânlara bağlı bir durumdur. Güçlü oldun mu yapmaz, güçsüz oldun mu başka çaren yoktur. Mevziiyi muarızlara teslim etmek hangi akılla izah edilebilir?

Seçim kararı alınır alınmaz, belirsiz bir sürü açıklamalarla sandık başına gitmeyin, oy kullanmak caiz değil, hatta küfürdür gibi yazılar sosyal medyada yayınlanmakta ve şahıslar belirlenip Whatsapp’larına gönderilmektedir. Zamanlama manidar! Bundan kârlı çıkacak olanlar inançlılar olmadığına göre, oy kullanmamak kime yarayacağı bellidir. Bunlar her seçimde ortaya çıkarlar. Kime hizmet ettikleri belli olmayan bu şahıslar ne İslami kaynaklardan, ne de İslam’ın maslahatlarından haberdardırlar. İslam fıkhının usul ve metodolojisinden yoksun olan bu şahıslar müslümanların dışında herkese hizmet ettikleri muhakkaktır. Bunlara bu batıl düşünceleri kim fısıldıyor?