Kolektif bilinç, birlikte güç oluşturma, ortaklık ile insanlar hem kendileri hem de şehirleri için verimli olabilirler. Kalkınma dendiğinde bir yörede başta yörenin kaynaklarını kullanarak ekonomide, sosyal yaşamda, kültürel alanda gelişmeyi ve toplumda refah seviyesinin artmasını anlarız. Üretimin arttığını, sanayi ve ticaret alanında sermaye birikiminin sağlandığını, daha çok işin yaratıldığını, refah seviyesi artışının yaratıcı ve üretici gücü harekete geçirdiğini görürüz. Refahı artan insanlar arasındaki ilişkilerin daha güçlendiğini, eğitimin kalitesinin arttığını, sosyal faaliyetler ile toplumda birlikte çalışma ve üretme ruhunun sağlandığına şahit oluruz. Kültürel faaliyetlerin geliştiğini, şehirdeki gazetelerin daha dolu, daha doğru, yaratıcı ve heyecanlı başlıklar attıklarına tanıklık ederiz. Her kesimden insanının birilerine biat etmeden, gerçeklerin ışığından yürüdüğünü, geleceğe güvenle baktıklarını, yüzlerinin güldüğünü fark ederiz. Günümüzde kalkınmanın bu enerjisini kaybeden yöreler hızla artmaktadır. Yaşanan ekonomik krizler en küçük yerleşim yerinden en büyüğüne kadar tüm insanları etkilemektedir. Bir zamanlar kırsaldan olan göçler şimdi şehirler hatta ülkeler arasında yaşanmaktadır. Birçok şehir ekonomik yönden nüfusu hızla eriyen ve kaybeden bir şehir haline gelmektedir. Şehirler sadece ekonomide değil sosyal hayatta da zor bir dönemece girmektedir. Zenginlik üretemeyen, sadece tüketen, iş yaratamayan ve sosyal yaşamda cazibesini kaybeden bu şehirler insanlara gelecek için ümit verememektedir. Daha da üzücü tablo şehirler kendilerini geleceğe götürecek bilgili ve donanımlı insanlarını da elinden kaçırmaktadır. Şehirleri geriye götüren bu olumsuz gelişmelerin nedeni son yıllarda dünyada yaşanan ekonomik krizler olarak görülse de gerçekte sorun hatalı siyasi ve ekonomik yönetimdir. O şehrin insanlarının kendilerinden çok dışarıdan yardım bekleme eğilimine girmeleridir. Yaşanan sorunlar karşısında birlik ve beraberlik ruhunu kaybetmeleridir. Ortak düşünme ve yaratma güçlerini yitirmeleridir. Geleceklerini siyasi ve ekonomik menfaat sağlayan çevrelere bağlamalarıdır. Şehrin sesi ve gücü olması gereken ekonomik ve sosyal alanda toplumu temsil eden sivil toplum örgütlerinin susması ve siyasi çevrelere biat ederek günü kurtarma eğilimine girmeleridir. Adeta şehrin kendilerinin sahibi olduğu kaynaklar ve çalışmalar üzerinde düşünmemesi, üretmemesi ve birilerinden çözüm bekler duruma düşmesidir. Tüketime yönelik faaliyetleri dahi yatırım ve üretim gibi algılamasıdır. Bugün hepimizin bilmesi ve anlaması gereken gerçek bir şehir başta kendi kaynakları ve insan gücü ile kalkınır. Şehrin artan cazibesi yatırımları teşvik eder ve kendine kendi koşulları içinde yöreye çeker. En yoksul yörelerde bile üretim ve kalkınma için her zaman bir imkân vardır. Şehirlerin dışarıdan yardım ve destek beklentisi içine girmesi kendi gücünü görmemesinden kaynaklanmaktadır. Bizim şehir nasıl kalkınacaktır diye dertlenirken biz neden birlik olmuyoruz sorusuna cevap bulmamız gereklidir. Şehrimizde ortak iş yapma kültürümüzü geliştirmenin yolunu öğrenmeliyiz. İnsanların çaresiz oldukları hissine kapılmalarına engel olmalıyız. Birlikten güç doğduğunu geçmişin deneyimleri ve günümüzün örnekleri ile iyi görmeliyiz. Bu topraklardaki ahilik geleneğinin ruhunu ve özünde taşıdığı hak ve adalet duygusu içinde üreten, üretmeyi öğreten ve birliğin sihirli gücünü gösteren insanları iyi tanımalıyız. Toplumu sosyal ve ekonomik yönden sömürmek ve ileri gitmesini istemeyen, kendine biat edilmesini bekleyen çevrelerin gerçek niyetlerini görmeliyiz. Adı ister şirket olsun, ister kooperatif olsun, ne olursa olsun birlikte iş yapmanın gücünü fark etmeliyiz. Ortaklık ve beraberlik içinde sadece kara değil zarara da ortak olmamız gerektiğini anlamalıyız. Özellikle gelir düzeyi düşük insanların yaşadığı ve küçük işletmelerden oluşan yerleşim alanlarında en büyük gücün yöresine sahip çıkan kooperatifler olduğu bilmeliyiz.