PARA
Para sizin gerçek karakterinizi ortaya çıkarmaya yarayan bir turnusoldur. Sizin içinizde bir öç varsa o çıkar içinizde münevver bir ruh varsa o çıkar. o yüzden mutlu ve mutsuzluk arasındaki tercih sizin içinizdeki varlığın ta kendisidir…
Para mevcut sorunları çözer. Parasal sorunlar çözüldükten sonra bir sonraki maddedeki sorunlara odaklanılır. Sorun yoksa bu sefer sorun yaratılır ve yine odaklanılır.
İnsanımız derde alışkındır. Alışkanlıklardan vazgeçmek ise o kadar basit değildir.
Harcamayı bilmeyene para sadece daha çoğunu elde etme hırsı, bunun için herkesi ezme hırsı ve ağır depresyon getirir, ama yemeyi içmeyi paylaşmayı bilene de büyük keyif getirir. Olay kişilikte bitiyor yani.
Küçük hesaplarla kafayı yoran aç da olsa trilyoner de olsa küçük hesaplara devam ediyor.
Paranız olduğu için değil etrafınızda gerçekten size değer veren kimseler olmadığı için ya da siz kimseye değer vermediğiniz için böyle düşünüyorsunuz.
Çok paran mı var. Al bi bilet yurt içi yurt dışı fark etmez seyahat et. İhtiyacı olan insanlara yardım et ya da. Ha birine yardım etmek seni mutlu etmiyorsa insaniyetini sorgula, vicdanını sorgula.
Birilerini mutlu etmek için paraya da ihtiyacınız yok o da ayrı bir konu.
Kısaca mutsuz olmanızın sebebi paranız değil, sizsiniz.
Çok param yok mutsuz değilim. Ama çok param olsa bir çok kişiyi mutlu edip daha da mutlu olabilirdim.
Paranın idaresi bir boyutuyla bir psikoloji, bir eğitim, bir kültür meselesidir. Eğitim, yol gösterme yoluyla olmaktadır. O nedenle belki kolayca tahmin edilebilecek noktalarda, küçük bir katkım olur beklentisi ile bu yazıyı kaleme almış durumdayım.
“Öyle çok parası oldu ki, banknotları tutuşturup sigarasını yakıyordu…” diyen hastama babasının şimdiki durumunu sordum. “Annemin hastabakıcılığı olmasa aç kalırdık hocam.” dedi.
Hayatımda parayla ilişkili çok ama çok söz işittim. Öykü dinledim. Değil mi ki kavganın tam ortasındaki bir meseledir, bu durum doğaldır…
Yukarıda anlattığım anekdot en çarpıcılardan birisiydi. Bir başkasında gözünü kırpmadan kol saatine dek her şeyini rest çeken kumarbaz psikolojisi vardı. Bu iki durumda para tümden değersizleştirilmekteydi.
Bir başka tutum cimriliktir. Emeğimize sonuna dek saygı duyan, garibanlar olduğu kadar, muayene ücretini rutin pazarlık konusu yapan, yarısını “iş” bitiminde ve sağlığa kavuşurlarsa ödemeyi teklif eden çok büyük sanayiciler bilirim.
Parayı bir gövde gösterisi olarak kabul eden, insan satın almanın yolu gören toprak ağaları tanırım.
Başkasının parasıyla kabadayılık yapan asalaklar ne de çoktur. Hasta yollayıp “parasını ben vereceğim” dediği halde ödemeyen aşırı talepkâr dolandırıcılara rastladım.
Hırsızlığın doğrudan fizyolojik gerekçelere bağlı olabileceği gibi, aç olduğu için ekmek çalan roman kahramanı Jean Valjean mesela, psikolojik sebeplere de dayanabileceğine, babasının cebinden aslında onun sevgisini çalan birçok çocukluk anısına şahit oldum…
Sürekli olarak gelirimi merak eden parayı bir başarı meselesi, bir rating aracı, bir değer ölçüsü olarak alanlarla karşılaştım.
Çalışanlarına, itiraz ettiklerinde işten atmakla tehdit ettikten sonra, hak ettiklerinden az verenlere tanık olursunuz. Bunların en büyük cezaları, bekledikleri performansı dolayısıyla kârı yakalayamamaları, çalışanlardan ve bazen devletten gelecek tepkilerden korkuyla, geceleri rahat uyuyamamalarıdır. .
Değil mi ki beklenenden fazla kazanıp kendini dev aynasında görmelerine, rehavete kapılmaya yol açar, çalışanlarına hak ettiklerinden fazla verenler de aynı akıbete uğrar.
Yatırımlarında büyük riske girenler, aşırı tedbirli olanlar, oturduğu yerden faizle kazananalar, ‘kazan-kazan’ı ilke edinenler, daha neler neler…
İnsanların acıma, vicdan, dini duygularına hitap eden dilenciler hayatın adeta bir parçası olmaktadır…
Dolandırıcılar insanların umudunu, hayalini nasıl da avlarlar. ‘Uyanıklar’a Galata Köprüsünü satan, Sülün Osman’ı bir düşünün. Toplumda kaptı-kaçtıcılık arttıkça sırtları yere gelmez onların
Parasının tamamını kendi zevkine harcayanlar olduğu gibi, bir de varını yoğunu yardıma harcayan sonunda muhtaç olduğunda avucunu yaladığını görenler vardır.
Liste böyle uzar gider. Aslında insan para ilişkisi psikolojinin her alanında kendine yer bulur. O nedenle dibi bucağı, evveli ezeli olmayan bir konudur.
Paradan para kazanmaya çalışmaya gelince unutulmamalıdır ki, hiç bir banka ya da tefeci, hiç bir insana kendi sırtından çok kazanmayı taahhüt etmemektedir.
Ülkesinde enflasyon o günlerde birazcık arttı diye mutfak harcamalarına katılmaktan vaz geçen, zengin İngiliz milliyetçisi bilim adamlarıyla aynı evi paylaştım. Milyarder Alman işadamı babası “Gereğinden fazla pahalı!” diyerek Amerika’daki tatilini yarıda bırakan yine bilim adamlarıyla muhabbet ettim. Ki onlardan parayı değerlendirirken ulusal çıkarları da hesaba katmak gerektiğini anladım.
Komşusu aç iken tok dolaşmaktan utanmak gerektiği gibi, komşunun da değerlerini sergileyebileceği asgari şartlar yakalamasına yardım etmenin ekonomiyi dördüncü vitese takmaya yaradığını kavradım. Bunu yaparken onurlarını rencide etmemeye özen gösterenleri buradan selamlarım. Simit ısmarlamaya kalktığım yaşlı adamın verdiği ders yok mu hiç unutulur mu? “Üstümdeki yırtık paltoya bakıp beni tanıdığını mı sandın…” dediğini hatırlarım.
Kendi değerini aşırı abartmak ciddi hayal kırıklıklarına sebep olmaktadır. Mesela bipolar affektif bozuklukta para har vurulup harman savrulmaktadır.
Obsesyonda para sıkı tutulmaktadır. Orada biriktirme tutkusu vardır ki, kaybetme korkusu had safhada olmaktadır.
Depresyonda para önemini kaybederken, depresif kumarbazda ilaç niyetine kullanılmaktadır. Kafa dağıtılmaktadır.
Antisosyal mahkumlarda koğuş ağası olunmaktadır.
Birçok durumda ise, aslında para zannedildiği kadar da önemli olmamaktadır İnsanoğluna katkı hedeflendiğinde, mesela sanat bilim ve benzeri yüce değerler yoluna hayatını verenlere rastlanmaktadır.