Bayramın bir gücü vardır. İslam toplumunda yaşayan herkesi ilgilendiren, kuşatan, bağlayan bir güç var bayramda. Oruç tutsa da tutmasa da bayram geldi mi, kendini ayarlıyor kişi. Herkesin de sahiplendiği görülüyor bayramı. Açıkça orucunu yiyenler bile, bayram hazırlığı yapmadan edemiyorlar, ziyaretlerine uymamazlık göstermiyorlar. Bayram bir bakıma, ramazanının bitiş merasimidir. Bu öyle görkemli bir merasimdir ki ramazan boyunca ramazana başkaldıranlar bile, bayram gerçeği karşısında artık yenik düşmüş olarak, bu zafer takının altından geçmeye mecbur kalırlar. Yüreğimizi onaran, kan dolaşımımızı düzenleyen bir rahmet çağlayanıdır bayram! Her Müslümanın, her Müslümanla ilgisini yoğunlaştırdığı ve böylece, gayritabiîliklerden soyutlanarak tabiliğe soyunduğu birer duraktır bayramlar. Bayramlardır ki; ana baba ziyaret edilir, elleri öpülür ve duaları alınır, akrabalar ziyaret edilir ki, gönülleri sevinçle dolar, çocukların başları okşanır ve bahşişleri verilir ki geleceğe umutla bakarlar, dargınlar barışır ki, birlik ve beraberlik pekiştirilir ve gönüllere sürur yerleşir. Yardım, merhamet, şefkat, sevgi ve saygılar aktüalitededir bayram günleri.
Bayramda iki sınıf insan vardır ki yanlışın içindedirler: “Dinsiz olduğum için evime bayram ziyaretine gelmeyiniz! “ ve “Oruç tutmayanlar evime bayram ziyaretine gelmeyin!” diyerek kapısına levha asanlar. Kişinin bayramı kutlamama özgürlüğü var olduğu gibi, bayramı kutlamama hakkı ve hürriyeti de vardır. Ancak adab-ı muaşereti (görgü kuralları) devamlı muhafaza edilmesi gerekmektedir. Medine’ye hicret ettikten sonra, İran’dan alınma Nevruz ve Mihricân bayramlarını kutladıklarını gören Hz. Peygamber, “Allah sizin için o iki günü daha hayırlı iki günle, ramazan ve kurban bayramlarıyla değiştirmiştir.” (Ebû Dâvûd, Nesâî) mealindeki hadisiyle İran menşeli bu iki bayramın Müslümanlara kutlanmasını yasaklamıştır.
Cahiliye Araplarının yaptıkları bayramlar, İslam'ın yıkmaya ve değiştirmeye çalıştığı putperestlik kökenli cahiliye kültüründen izler taşıyordu, İslam’ın yerleşmesi için bu izlerin silinmesi gerekiyordu, bu yüzden Hz. Peygamber onları değiştirdi, Müslümanların dini inanç, tasavvur ve hayatları bakımından anlamlı olan iki bayramı meşru kıldı. Ancak, câhiliyye'den izler taşımayan, aksine bütün Peygamberlerin ortak dini olan İslam'ın geçmiş devirlerdeki uygulamasını yansıtan, güzel hatıraları canlandıran ibadet, âdet ve merasimleri ise kaldırmadı, onlara uymakta sakınca değil, tevhit sürecini vurgulamak bakımından fayda gördü. Örneğin, Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde Yahudilerin Aşure günü oruç tuttuklarını gördü, bu konuda bilgi istedi, Hz. Musa ve kavminin Firavun belasından kurtuldukları gün olduğunu, onu anmak için oruç tuttuklarını öğrendi ve "Biz Musa’ya sizden (Yahudilerden) daha yakınız."(Müslim) diyerek Müslümanların da aynı gün oruç tutmalarını istedi.
Nevruz, ilk olarak İran Şahlarından Cemşid tarafından kutlandı. Tahamrut ölünce yerine Cemşit geçti. Cemşid’in tahta geçtiği güne, “yeni gün” anlamında “Nevruz” denildi. İslam toplumunda Nevruz ve Mihrican günlerinde hediyeleşmeyi ilk olarak meşrulaştıran da Haccac-ı zalim’dir. Bu uygulama daha sonra Ömer b. Abdülaziz tarafından kaldırıldı. Zalim, kötü adetleri uygular ve sapar, Adil ise iyi gelenekleri uygular ve yapar. Allah “Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.”(Hadid: 16) demekle yabancılara benzemekten alıkoymuştur. Taklit etmek ve benzemek sevgiyi çağrıştırır. Bir topluluğu seven onlarla haşir olur. Taklit eden taklit ettiği kişiyi onaylamaktadır. İzzet ve onur sahibi kişiler ya da toplumlar taklit etmez; çünkü taklit zilleti çağrıştırır. Asalaklar ve güçsüzler, güçlüleri taklit etmeye yeltenir. Dâhili benzeme, harici benzemeye delalet ettiği gibi, harici benzeme de dâhili benzemeye işaret eder. Benzeme sevgiyi, sevgi de uyum ve taklidi gerektirir. Bu nedenle olacaktır ki, İbni Ömer, “Kim Mecusilerin Nevruz’unu kutlarsa ve onlara benzemeye çalışırsa onlarla haşir olur, demiştir.” (Beyhaki)
Bu bayramları kutlayanların ateşe tapma gibi bir niyetle olmasa da, bilerek ya da bilmeyerek yabancıları taklit etmek, içki içmek, erkek-kadın karışımı eğlenmek gibi günahlara bulaşmalarından dolayı Nevruz, Mihrican, Nisan Bir, Noel ve benzeri etkinlikleri kutlamak ve onları karşılamak gayesiyle bir şey almaya yeltenip almak büyük günahlardandır. Hz. Peygamber, “Bir topluluğa benzeyen onlardan olur” demiştir.(Ebu Davud) Hadiste söz konusu edilen benzetme geneldir. İnanç, ibadet, ahlak, yaşantı, giysi, nikâh, yiyecek, içecek vb. konularını kapsar. Bu sert yasaklar, yabancıları taklit etme yasağından kaynaklanmaktadır. Hangi Mecusi, Hangi Zerdüşt ve hangi Avrupalı Kurban ve Ramazan bayramlarımızı kutlar? Hangi gayrimüslim Hicri yılbaşımızı tebrik eder? İzzet ve şeref olarak İslam bize yetmiyor mu? Yoksa Allah’ın “sizin için din olarak İslam’ı seçtim”(Maide:3) demesine rağmen İslam’ın eksik olduğunu kabul edip, Mecusi, Zerdüşt, Hıristiyanların bayram, adet ve gelenekleriyle mi tamamlayacağız?
Müslümanların kendilerine özgü dini özelliğe sahip bayram Kurban ve Ramazan bayramları uygulamaları vardır. İkisinin de kaynağı vahiydir. Bunlar dışında kalanlar şenlik, eğlence, karnaval ve festivallerdir. İslam’ın iki bayramında, namaz, hutbe, tekbir, kurban, yardımlaşma, fıtır sadakası, şükür, sevinç, mutluluk ve meşru dairede eğlence sergilenir. Bayram namazları Müslümanların bir araya gelmesi, muhaliflerine birlik ve beraberliklerini hissettirmek içindir. Ashap, bayramlarda camide ve Hz. Peygamber’in nezaretinde çeşitli etkinlikler sergilerdi. Bayramlarda meşru daire çerçevesinde eğlenmeye ruhsat verilmiştir. “Bir bayram günü Ensar’dan iki küçük kız şarkılar söylüyorlardı Tam bu esnada Ebubekir içeri girdi ve kızları engellemeye çalıştı. Rasulullah (sav); ‘Ya Ebubekir! Her toplumun bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır” buyurdular. (Buhari) İslam’ın her iki bayramı da ibadetle ihya edilir, ibadette sosyal dayanışma ve yardımlaşma öne çıkar. Cahili bayramlarda ise gaflet, günah ve isyan sergilenir.
Bayram, şeytanın ve bütün inanmayan muarızların bir vaveyla günüdür. Onlar bizim halimizi görünce teslim olacakları ve selameti bulacakları yerde, hem küfürleri çoğalır, hem ahuvahları artar. Bayram günlerinin feyzi, müminin kalbini daha arı duru kılarken, onların ise karanlığını ziyadeleştirir. Zira onlar, değil bir bayramın feyziyle uyanmak, tövbeye ve teslimiyete gelmek; bizzat Hz. Peygamber’in ağzından duydukları halde, küfürde karar kılmış olan nasipsizlerdir. Çünkü onlar, kalpleri mühürlü ve kulakları sağır olduğu için “ancak kıyamette uyanacaklardır.” Müminse ezel vaadin uyanıklığının aydınlığındadır ömrü boyunca. Bayram da, davet de, Allah yolunda mücadele de, cennet de, müminin hakkıdır.
Doğrusu Emperyalist güçlerin bugün İslam âleminin çeşitli yerlerini istila edip, Müslümanları birbirine kırdırıp, biri galip gelirse, galibi tedip ediyor ve kanlarını oluk oluk akıtıp vücutları üzerinde ameliyat yapıyorsa, namus ve haysiyetlerini payı mal edip, yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarını sömürüyor ve buna karşılık, vahdet nişanesi bayramlar hala Müslümanların birbirleriyle uğraşmalarını, birliklerini sağlamadıklarını ve zillet içerisinde görünce, içimden geldiği gibi bayramı kutlayamıyorum! Allah’a emanet olun.