Yaşamın özü, yaratıcı gelişmedir. Gelişmeyen varlıklar, cansız nesnelerdir. Kuralcılar, sonucu neden yerine koyarlar. Kural, gelişmenin geçici bir sonucudur. Onlar bunu, gelişmenin nedeni sanırlar. Nedeni bilindiği için, artık gelişmenin tarihini incelemeye gerek görmezler. Değişime ayak uydurmayan mukallitler eskilerin sözlerini tekrarlayıp dururlar. Miyavlayarak ve hırlayarak aslanı taklit eden kedi gibidirler. Taklit; akıl ve düşünceye pranga vurmaktır.  Taklit, aklın yararlı gayesinin katilidir. Peygamber (sav) dedi ki: “İnsanlar iyilik ederlerse biz de iyilik ederiz, diyen mukallitler olmayın. Kendinizi şuna alıştırın; İnsanlar, iyilik ederlerse iyilik edin, kötülük ederlerse siz nefsinize zulmetmeyin.”(Tirmizi) Doğru ile yanlış, hak ile batıl arasında farklılık vardır. Müslüman siyasi usulünde partilerin vazifesi usulü muhafazadan başka bir şey değildir. Benim görüşüm hak, gerisi batıldır! Batıla haktan taviz verilmez! İşte bu düşünce, Hz. Peygamber’den sonra, Cemel ve Sıffin’de insanların en değerlileri arasındaki savaşlara neden olmuştur. Zamanın ruhu İslam adına politika yürütenleri yeni tercihlere zorlayabilir. Bu durum yeni tercihler yapan kişileri İslam’ın dışına çıkarmaz.

İbni Haldun’un deyimiyle; “Bir görüşe ve bir inanca bağlılık ve tarafgirlik insanın ruhuna işledi mi, kendine uygun düşen haberleri işitir işitmez hemen kabul eder. Bu temayül ve taraftarlık insanın basiret gözünü örter, tenkit ve tetkikte bulunmasını engeller, yalan haberi kabul ve nakletme durumunda kalmasına sebep olur.” İnsanı tevhid inancı üzere Allah’a bağlayan iman bağından başka besleyecek ve kuvvetlendirecek hiçbir şey yoktur. Bir partiyi veya lideri, kral veya kahraman şeklinde herhangi bir insanı yüceltmek, kutsallaştırmak ve bunlara tazim göstermekten son derece sakınmak lazım. Çünkü bu ilham alan komutan, eşsiz önder, kutsal kral, yüce parti ve benzeri gibi diğer putperestlik çeşitleri ve bunların tapınma şeklindeki merasimleri insani küçülten çok tehlikeli bir durum arz etmektedir. Bilmeyen susabilse, tartışmalar biterdi. Söz ehline bırakılsa, birçok anlaşmazlık son bulacaktı.

Hakkı başkalarının dışında yalnız kendi partilerine mal edenler, bütün olumlu şeylerin yalnız kendi parti ve cemaatlerine has kabul edip, bütün olumsuzlukları ise diğer parti ve cemaatlere ait olduğunu savunurlar. Hak parti nitelemesi ilmin diliyle kabul edilmeyen bir zorlama ve baskı türünden bir harekettir. O zaman kendilerini hak ve ilerlemenin tek ölçüsü olarak kabul eder. Kendilerinin hakkın sahibi veya hak ve hakikati kendi tekelinde gördüğü için kendisi dışındakilerin ilerlemesine engel teşkil eden bir duvar olur.

Hatta bir kısım ülkelerde bazı partiler “hakkı” sadece kendilerinin temsil ettiklerini iddia ederler; çünkü üstünlüğü en önce ele alan parti kendisidir. Kendilerinden sonra kurulan her partinin kendisini feshetmesi gerekir. Onun yaşama ve devam etme hakkı yoktur. Çünkü onu kabul eden kitleler ona biat etmiş gibidirler. Sıkılmadan Hz. Peygamber’in şu hadisini sevk de ederler: “İki halifeye biat edildiği zaman onlardan sonra geleni öldürün”(Müslim) Şer’i ilimlerin sahasına ayağını basmamış insanların verdiği bu cahil ve pervasız fetva, milletin başına getirilecek en büyük kötülüğü getirir ve onu uçurumların en kötüsüne yuvarlar. Geçmiş asırlarda bazı fakihler ilme mensup bazı kişilerin verdiği fetvaları görünce demişlerdir ki: Bugün insanlara fetva veren bazı kimseler hapsedilmeye hırsızlardan daha müstahaktır! Çünkü hırsızlar insanların yalnız dünyalarını ifsat ediyorlar, hâlbuki bunlar onların dinlerini ifsat ediyorlar. Peki, o fakihler bizim zamanımızda, okuduğumuz ve duyduğumuz fetvaları görselerdi acaba ne yaparlardı? Bir partisel hareket tarzı, taassuba yol açıyorsa ve insanlara şer’i çizgiden sapmayı telkin eder tarzda bir gelişme gösteriyorsa, bize düşen görev, bu kurumun içini İslami ruhla doldurmaktır. “İslam’da partizan zihniyeti caydırmaya yönelik ilkeler var. Bir partiye bağnazca bağlanmak, liderin emirlerine kayıtsız boyun eğmek… Bu; bizim kabul edemeyeceğimiz bir şeydir.

Ne yazık ki, yaşadığımız bir gerçeğimiz de, bazı siyasi partilerin esasında birbirinden farklı düşünmediklerine rağmen memleketin ve dahi Müslümanların maslahatı onların beraber hareket etmelerini gerektirdiği, tefrikanın iki taraf için zarar olacağını bildikleri halde, nefislerinden gelen düşmanlıklardan dolayı bu duruma yanaşmamaktadırlar veya bir araya geldikleri halde anlaşmamaktadırlar. Birleşmemeleri halinde iki tarafın da zarar görecekleri mukadder olacağı aşikâr. İslam muarızlarına pirim verileceğini beraberinde getireceği kendilerine telkin edildiği halde, mühim olan hak yolda olmaktır, İbrahim (as) de tek başına ümmet idi cevabı ile yanıt bulmaktadır. İbrahim’in hak yolda olduğu Allah tarafından kayıt altına alınmıştır ve hakkı izhar için peygamber olarak gönderilmiştir. Seninki ise nefsidir, kindir, çekememezliktir batılın yanında yer almaktır, başkasının değirmenine su taşımadır. Müslümanların kazanımlarını bir grubun ihtiraslarına feda etmek memlekete ve Müslümanlara hıyanettir. Boşa kürek çekmenin ve batılın yanında yer almanın akılla bağdaşır bir yanı yoktur. Hakikaten; zihin fukaralaşınca akıl da ukala oluyor. Bir parti, kendine tanıdığı hakları ve biçtiği İslami değer ve vasıfları, diğer inançlı partiye de tanımalıdır. Ayrıca hak ve hakikatin yalnızca kendilerinde olduğu şeklindeki yanlış düşüncelerden, adı ne olursa olsun uzaklaşmalıdır.  Allah’a emanet olun.