Milletvekillerine, görevlerinde suistimal etmemek için parlamentoda ant içirilmektedir. Bu ant şekli müslümanların nezdinde tartışma mevzusu olmaktadır. Biz de bu nazik mevzuyu araştırma zeminine alıp, meselenin fıkhi ve akidevi yönünü hesaba katarak açıklığa kavuşturmayı arzuladık. Her seçimden sonra milletvekillerinin yemin etmeleri söz konusu olunca, “Kim İslam’ın dışında bir din üzerine yemin ederse; o, dediği dindendir.”(Buhari) hadisini ve İmam Şafii’nin; “İnsanlar, atalar ve benzerleri adına yemin etmeyi örf haline getirmiş olsalar dahi şeriat bunu yasaklamıştır” sözleri delil alarak; “Şahıs ve ilkeler adına yapılan yeminler ve ant içmeler İslam’ın ilgasını beraberinde getirdiğinden dolayı, bu sözlerinin durumu, hem yemin bağlamında ve hem de elfaz-ı küfür yönünden değerlendirilmelidir” diyorlar.
Derim ki; İslam Hukukunun prensiplerinden biri şüphesiz ki; güçlüğü kaldırmak ve insanlar için kolaylaştırmaktır. Kur’an ve peygamberin sünneti bu prensibi açık bir şekilde ortaya koymaktadır: “Allah size kolaylık ister; zorluk istemez.”(Bakara.185) Zorluk şerîatın maksatlarından değildir; hüküm koyucu, getirdiği yükümlülüklerle, kişilerin meşakkat ve sıkıntıya sokulmasını istememiştir. “Allah sizden (yükümlülükleri) hafifletmek istiyor; çünkü insan zayıf yaratılmıştır.”(Nisa:28) Nebi (sav),“Allah, beni, zorlayıcı ve zorlaştırıcı olarak göndermedi. Beni öğretici ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi.”(Müslim) İslam yolu hem kolay hem de dikkat gerektirir. Nebi (sav), “Allah azimet sayılan şeylerin işlenilmesini sevdiği gibi, ruhsat verdiği şeylerin yapılmasını da sever”(Ahmet) Ruhsatlar dinin yaşanır hale gelmesi içindir. Peygamber (sav); “İki şey arasında muhayyer bırakıldığı zaman günah değilse en kolayını tercih ederdi”(Buhari) Azimetler, Allahın üzerindeki hakkı; ruhsatlar ise Allah’ın bir lütfü neticesinde kulların elde ettikleri hazları olmaktadır. İşte bu, fıkıh kaidelerinden biri olan “meşakkat teysiri celbeder” (güçlük kolaylık getirir) kaidesini ortaya çıkarmıştır.
Biz kendi nefsimizde azimet yolunu seçerken, başkaları için ruhsatı gözetmeliyiz. Bunun aksi dürüst bir yaklaşım olmayacaktır. Kendi nefsimize ağır gelen ve kendimiz yapmadığımız şeyi, bir başkasından beklemek hakkımız değildir. İslâm, hoş muamele, geniş çözüm ve kolaylık dini olup, İslâm’da sıkıntı ve güçlük çıkarma, bunaltma ve insan üzerine aşırı yüklenme yoktur. Bu din, yaşanabilir bir hal alması için gelmiştir. Bu dini zorlaştırmak onu sevimsiz hale getirmek olur ki, insanların ondan nefret etmesine kadar götürür, “Nefret ettirmeyin”(Buhari) emri, müslümanları kaynaştırmak ve onların birlik ve berberliğini sağlamak içindir.
İslam bütünüyle adalet, bütünüyle rahmet, bütünüyle maslahat ve bütünüyle hikmettir. Eğer cüzi bir şer külli bir hayra vesile oluyor ise, o şerrin işlenmesi maslahat olur. “Yeminlerinizden dolayı Allah’ı (onun adını), iyilik etmenize, O’ndan sakınmanıza ve insanların arasını düzeltmenize engel kılmayın.”(Bakara:224) İslam uleması; “Üstün maslahatların elde edilmesi için; haram yollar gayrı meşru sayılmaz”(Maverdi) demişlerdir. Hayatın kurtarılması için kangren olan parmağın, elin kesilmesi böyledir. Yine cihatta hayatın tehlikeye atılması da; daha büyük maslahatın elde edilmesine yöneliktir.
Amellerin en hayırlısı; maslahatların en iyisini elde etmeye yönelik olanı, en şerli olanı ise; kötüsünü elde etmeye yönelik olanıdır. İslam’ın, Müslümanların ve bütün insanların maslahatı için şüphesiz görevlere talip olmak ve parlamentolarda görev alıp gücü nispetinde hizmete devam etmek gereklidir. Yusuf (as) Firavun gibi birine, “Beni ülke hazinelerinin üzerine geçir.”(Yusuf:55) Eğer bir farzın uygulanması onun o görevi kabuletmesine bağlı ise, vacip olur. Bu konuda muvazene (karşılaştırma) her zaman için iyi olan ile daha iyi olan arasında, azimet ile ruhsat arasında, iki şerden daha hafifi, iki zarardan daha ehveni arasında söz konusudur. Günümüz Hindistan ve buna benzer bir ülkede bir bakanlık kabul eden salih bir insanın hata işlediğini söyleyenler, orada müslümanların yok edilmesi hükmünü veren kimselerdir.
İslam’i ahkâmın yürürlükte olmadığı ülkelerde görev almanın almamaktan daha hayırlı olduğunu, hatta imkânı nispetinde zulme mani olma imkânı olduğu takdirde görev almak vaciptir. Allah her insana imkânı nispetinde İslami vecibeleri yerine getirmesini emretmiştir. Bu konuda niyetler belirleyicidir. “İnsanları idare etmek sadakadır.”(İbn Hibban) Müminin kendi vasıtasıyla ırzını koruduğu şey sadakadır”.(Darekutni) “Çünkü kişinin nefsinden zararı savuşturması, imkânlar nispetinde vacip olan bir şeydir” “Kişiye ya da malına zarar geleceğinden korkan, (yalan yere) yemin etsin ve yemininin de kefaretini ödemesin.”(Hasan Basri) Ebu’d-Derda; “Bizler, kalplerimiz kendilerine lanet okudukları halde, bazı kimselere güler yüzlü davranıyoruz”(Buhari) Hz. Ali; “Biz koparılması gereken nice ellerle musafahalaşırız”(Tertuşi) Ebu Zer; “Kalplerimizin, yaptıkları kötü işlerden ötürü lanet okuduğu nice kavimler var ki yüzlerine karşı güzel muamele ederiz”(Tertuşi) demişlerdir.
Peygamber’in (sav), “Harp hiledir.”(Buhari) Nuaym’ın Beni Kureyza Yahudilerine; “Size olan sevgimi ve Muhammed’e olan ayrılığımı biliyorsunuz”(İbnu’l-Esir) Muhammed b. Mesleme, peygamber’e,(sav) Ka’b b. Eşref’e “Senin hakkında hoşlanacağı tarzda bir şey söylememe izin ver.” Peygamber (sav); “Ne istersen söyle” buyurması,(Buhari) Haccac b. İlat “Ya Rasulallah! Mekke’de mallarım ve ailem bulunuyor ve yanlarına gitmek istiyorum. Orada senin hakkında kötü bir şeyler dersem veya aleyhinde bir şeyler söylesem bir sakıncası var mı?” diye sorup, peygamber’in ona “istediğini söylemeye izin vermesi.”(Abdurrazak) gibi zahiri olarak küfrü gerektiren sözleri sarf etmesi ve naklettiğimiz delillilerden yola çıkarak müslümanların maslahatı söz konusu olunca; Yapılan yeminler, müslümanların maslahatlarını (kamu yararını) gözetmek için yapılıyorsa yeminlere mani olunmaz. Müslümanların siyasi fırsatlarının önünü tıkamamak gerekmektedir. Tıkamaya çalışacak olanlar bulunabilir; ancak ilim erbabı ile maslahatları göz önünde bulunduranlar buna tevessül etmemektedirler. Allah’a emanet olun.