Peygamber (sav) “Müminler sevgi ve bağlılıkta, tek vücut gibidirler, bir azası rahatsız oldu mu, diğer azalar da onu hisseder”(Buhari) demiştir. “Âdemoğulları bir vücudun uzuvları gibidir, / Çünkü bir cevherden yaratılmıştır hepsi./ Ne zaman ki, bir uzva bir dert erişse,/ Diğer uzuvların da kalmaz huzuru.”(Sadi Şirazi) Hastalanan, sakatlanan, yaralanan uzvu kesip atmak yerine, uzva merhametle yaklaşıp, tedavi cihetine gidilmesi gerekir. Elimizdeki bir yara için, ayaklarımız kilometrelerce yolu bıkmadan, usanmadan yürüyebiliyor. Elden ve eldeki yaralardan bana ne? Yaralı eli kesin atın demiyor. Çünkü el ve ayak, göz ve kulak, dil ve dudak ile bir bütün olduklarını, bu bütünlükle anlam ve hayatiyet kazandıklarını biliyorlar. Peki, müslümanların bütünlüğü de, böyle bir bütünlük değil midir? Birbirine veli olmaları gereken ve birbirlerine veli olan müslümanlar da, birbirlerine lazım, değil mi? Hadisteki “vucut gibidir” buyurulan örnekte vucut da, hatalardan mustağni masum bir vucut değildir. Müslümanlar bilerek veya bilmeyerek elbette ki bazı hatalara düşeceklerdir. Önemli olan bu hataların merhametle giderilmesi, bu hataların sabırla izale edilebilmesidir.

 Sevgi, rahmet, birlik, cemiyet fertleri arasındaki ilişkilerin aslını oluşturur. Büyük, küçük, zengin, fakir, hâkim, mahkûm buna uyar. İslam’ın prensipleri, sevginin toplumda kökleşip yayılmasını üstlenmiştir. “Sizden biriniz kendisi için sevdiğini, kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olmaz”(Buhari) Prensibi samimiyet, sadakat ve ihlâs olan İslam cemiyetinin yegâne başarısı, kardeşlik ışığındaki birlik-beraberlik şuuru ile elde edilir. Kur’an onlar hakkında: “Allah yolunda hepsi birbirine kenetlenmiş, yekpare/tek parça ve muhkem bir bina gibi, saf bağlayarak mücadele edenler”(Saff:14) Peygamber; “Bir mümin diğer bir mümin için birbirine kaynaşmış binaya benzerler.”(Buhari, Müslim) Cemiyeti oluşturan kişileri inançta, yaşayışta, gayede, ıstırap ve refahta birleşmesi gereken kardeşler ilan eder.

Buradaki genel mesaj, ayırım yapmaksızın bütün insanların birbiriyle kenetlenmelerini, dayanışma içinde olmalarını açıkça teşvik etmekte ve birbirine yardım elini uzatmalarını, bir iman vazifesi olarak emretmiştir. “İyilik etmek ve fenalıktan sakınmak konusunda birbirinizle yardımlaşın; günah işlemek ve haddi aşmak üzere yardımlaşmayın.”(Maide:2) Bu tür sosyal vazifelerimizi yapmadıkça müslüman olarak yaşayabilmemize imkân yoktur. Allah Rasulü, kardeşliğin önündeki engellerden olması hasebiyle, karşılıklı kinleşmekten, dargın durmaktan, düşmanlıktan ve insanların arasını bozmaktan şiddetle sakındırmıştır. “Karşılıklı kin tutumayın, hasetleşmeyin! Birbirinize sırt çevirip dargın durmayın! Ey Allah’ın kulları kardeşler olun! Bir müslümanın üç gününden fazla kardeşiyle dargın kalması helal olmaz.”(Buhari) İyiliğe iyilik her kişinin kârıdır, kötülüğe iyilik er kişinin karıdır.

Müslümanların kar­deş­liği evrenseldir; ne milliyet, ne dil, ne gelenek ve kültür gibi bölge­sel, et­nik ve ırksal farklılıklar; ne de siyasi, coğrafi sınırlar ve re­jimler, olu­şabilecek bu bağı engelleyemez. Bu ne­denle dünya­daki bütün müminler aynı vücudun organları gibi­dirler. Binaenaleyh on­lardan birinin karşılaştığı bir sorun, bütün mü­minleri ya­kından ilgilen­dirir. İslam’da “din” kavramının getirdiği en kapsamlı konulardan biri de işte bu “din kardeşliği” kuralıdır. Din kardeşini bir yıl terk eden kimsenin, onun kanını dökmüş gibi olacağını(Ebu Davud) bildiren Efendimiz, “Bir mü’minin, din kardeşini üç günden fazla terk edip küs durması helal değildir. Üç gün geçmişse, onunla karşılaşıp selam versin. Eğer selamını alırsa, her ikisi de sevapta ortak olurlar. Yok, eğer selamını almazsa, almayan günaha girmiş olur. Selam veren ise küs durmaktan çıkmış olur.”(Ebu davud) Bu kural sayesindedir ki dünya müslü­manları çağlar boyu her türlü yıkıcı ve yıpratıcı sebeplere rağmen daima ümmet bilinciyle yaşamış ve kardeşçe yardımlaşarak bunu bize kadar ak­ta­rabilmişlerdir. Allah’ın bütün insanlara her iki ci­handa mutlu ola­bilmeleri için peygamber aracılığıyla gön­derdiği son mesajı Kur'an, insanlığa iletilmesi ve yüce şeri­atın hayata geçirilmesi ancak din kardeşliği şemsiyesi altında yapılacak dayanışma ve sergilene­cek erdemlerle mümkün olabilecektir.

Bir milletin ayakta kalabilmesi ancak, ümmet bireylerinin birliği ve dayanışmaları ile mümkündür. Bu da ancak kardeşlik, karşılıklı sevgi ve saygı sayesinde mümkün olabilir. Aralarında sevgi ve saygıya dayanmayan her kardeşlik çökmeye mahkûmdur. Böyle bir kardeşlikten birlik doğmaz. Eğer bir ümmette veya cemaatte gerçek anlamda birlik olmazsa, onların birbirleriyle kaynaşıp uzlaşmaları da imkânsız hale gelir ve böyle bir bünyeden de bir devlet doğmaz. Bireyler arasında adalet ve eşitliğin olması şarttır. Bu şart da kardeşlik ve sevgi bağlarını güçlendirir. İşte o zaman böylesi bir kardeşlikte insanlar arasında kin ve nefret duygularından söz edilmez. Toplum bir bütün halinde birbirleriyle kenetlenmiş olur ve vahdet meydana gelir. İslam toplumu, sınıflar savaşı, zenginin fakire, hâkimin mahkûma üstünlüğünü tanımaz. Prensip olarak insanları, renk, ırk ve kanlarına göre ayırmaz. Müslümanlar, bir tarağın dişleri gibi eşittirler; takvadan başka kimsenin bir diğerine üstünlüğü yoktur. İslam toplumu herkese açıktır. Kazanıp yükselme hakkı herkese verilmiştir. Sosyal haklar, herkes için eşit bir şekilde vardır. Fakir birinin zengin bir kızla evlenmesi, güçsüz birinin devletin en yüksek mevkilerine çıkmasını engelleyen bir şey yoktur. Ferdin ilerlemesini durduracak bir sınıfçılık, İslam toplumunda olmaz. İslam toplumu, ilmi ve medeni kalkınmasını tamamlayıp, insanlığın idaresini eline alacak olsa, toplumda sonu yıkım olan, sürtüşme ve kin değil, İslam’ın sevgi ve hoşgörüsü ortaya çıkardı. ALLAH’A EMANET OLUN.