Sosyal yönüyle tanınan matematik öğretmeni Fatma Hoca, “Yeni gelen kaymakam beyin hanımı çok hoş biri tanışmaya gidelim mi?” diye sordu.
İki gün sonra kaymakam beyin evinin kapısındayız. İkinci tıklamamla kapı açıldı, kapıda bir kadın belirdi. Üst başından evin hanımı olduğu belliydi. Tanışmak için geldiğimizi söyledik. “İsabet etti, komşular da birazdan gelecekler,” deyip “buyur içeri geçin,” dedi.
Çok geçmeden üstü kuyumcu dükkânı gibi beş altı kadın peş peşe içeri girdi. Hoş geldin hoş bulduk faslından sonra odaya bir sessizlik hâkim oldu.
Az sonra evin hanımı çay tepsisiyle odaya geldi. İkramı kendisi yapıp odadan çıktı. Bu kez bir elinde şekerlik bir elinde de mekanik şeker maşasıyla geldi. Çayda olduğu gibi çay şekerinin ikramına da sağdan başladı. Hanım şekerlikle birlikte elindeki mekanik maşayı da uzattı ancak konuk maşayı almadı. “O nedir? Vallah onu kullanmayı bilmiyorum,” deyip eliyle iki şeker alıp çayına attı.
Evin hanımı, “Yuh be! Bu kadarı da olmaz,” deyip şekeri şekerlikle birlikte pencereden dışarıya fırlattı.
Ev, beş yüz metrelik alana inşa edilmişti, çatılı ve müstakildi.
Ev sahibi konuşmasına devam ederek, “Kullanmayı bilmiyorsan soracaksın. Elinin değdiği şekeri bir başkası yemek zorunda mı ayol?” deyip mutfağa geçti.
Konuk gayet sakin bir şekilde tepki vermeden tebessüm ederek bir sonraki aşamayı bekledi. Evin hanımı yine şekerlikle ve aynı maşayla içeri girdi. Konuğa maşanın nasıl kullanıldığını gösterdi.
Mekanik maşa: bir tatlı kaşığı boyunda, kalem inceliğinde, gümüş bir silindirdi. Evin hanımı silindiri sağ eliyle kavrayarak tepesindeki pime baş parmağıyla bastı. Silindirin içindeki piston mekanik olarak diğer baştaki üç ayağa baskı yaptığından ahtapot kolu şeklindeki üç ayak açıldı. O esnada o üç ayak arasına bir küp şekeri alıp çaya attı. “İşte böyle kullanılıyor,” dedi. Konuk aynı şekilde şekeri çayına atıp maşa kullanmayı öğrettiği için evin hanımına teşekkür etti. Evin hanımı da kurumlu bir tavırla, “Rica ederim,” dedi.
Konuk tüm ikramlıkları afiyetle yedi hiçbir şey olmamış gibi sohbet de etti.
Ben ve diğer konuklar her ne kadar bir şey demediysek de bu durumdan rahatsız olduğumuzu bakışlarımızla birbirimize ima ettik, ikramlıkları da öyle afiyetle yiyemedik.
İçim içimi yiyordu. Ev sahibi bizi de incitmişti. Yanımızda konuğu rencide etti biz de bir şey demedik ve konuk da hiçbir tepki göstermedi. “Bu kadarı da olmaz,” diye içimden hem kendime hem diğer konuklara hem de olayın muhatabı olan konuğa kızıyordum.
Ev sahibi hiç hoş olmayan bir davranışta bulunmuş, konuğun kalbini kırmıştı ama konuk da çok sakin duruyordu. Bu sakin duruşu beni rahatsız ediyor, gençliğin verdiği bir toylukla ve de damarlarımda taşıdığım dağlık bölgenin tipik özelliğiyle niye tepki göstermiyor diye içimden kızıyordum. Sanırım konuk karşılık verseydi, ev sahibi ikinci karşılığı da benden alacaktı.
Velhasıl konuk çay bardağının dibindeki son yudumu da içti. Ev sahibinin gözlerinin içine baka baka çay kaşığını da bardağa koydu. Bardağı altlığıyla birlikte pencereden dışarıya fırlattı.
Ev sahibi, “Bu ne biçim bir hareket,” diye kızarken konuk da “O o biçim bir hareket,” diye cevap verip konuşmasına devam etti. “Şekere elim değmişti siz şekeri pencereden fırlattınız, bardağa dudaklarım değdi,” dedi.
Kadının o şekil tepki vermesi hoşuma gitmiş gayri ihtiyari bir tebessümle hayranlık içinde kadına bakarken Fatma Hoca da tebessümle, “Buraya gelmemiz çok iyi oldu değil mi?” dedi.
Sakin olunca mantıklı davranılabildiğinin güzel bir örneğine tanık oldum.
Sakince alınan kararların geriye değil ileriye götürdüğünü gördüm. Sakin olabilmek güzeldir, mantıklı karar vermektir, huzurdur, başarılara imza atmaktır, mutluluktur. Kalın güzellikle.