Zeyd bin Harise câhiliye döneminde henüz çocukken annesi Su‘dâ ile birlikte Benî Ma‘n’daki akrabalarını ziyarete giderken Benî Kayn mensupları tarafından kaçırıldı ve Ukâz panayırında köle olarak Hz. Hatice’nin yeğeni Hakîm b. Hizâm’a satıldı. Hakîm onu Mekke’ye götürdü ve halası Hatice’ye, Hz. Hatice de Resûlullah’a hediye etti. Kabilesinden hac için Mekke’ye gelenler kendisini görüp tanıdılar ve dönüşte durumu ailesine bildirdiler. Babası Hârise ile amcası Kâ‘b yanlarına Zeyd’in fidyesini de alarak Mekke’ye geldiler, Resûl-i Ekrem’den onu geri istediler. Resûlullah, Zeyd’i ailesiyle görüştürdü ve dilerse kendileriyle gidebileceğini söyledi.  – kendi ailesinden görmediği sevgi ve ilgiden olacak ki-   Zeyd, Resûlullah’ın yanında kalmayı tercih etti.  Bu olay Gazze’de esir takasında yaşananları akla getirdi. Kassam mücahitlerin yaptığı insani ve İslami tavır, esirleri adeta kendilerine hayran bıraktı. Serbest bırakılan esirlerden birinin Kassam Tugaylarına yazdığı mektubun bir kısmı şöyle:  

Son haftalarımda bana eşlik eden Kassam askerlerine,

Yarın yollarımız ayrılacak ama kızım Emilia’ya gösterdiğiniz sıcak tavrınız nedeniyle sizlere şükranlarımı sunuyorum. Onun anne babası gibiydiniz, her fırsatta onun arkadaşı oldunuz. Kızım, sizleri arkadaştan da öte hissettiğini dile getiriyor.

Size tekrar tekrar teşekkür etmek istiyorum, ona evdeki bir bakıcı gibi davrandınız. Yaramazlıklarına karşı sabrettiniz, ona tatlılar ve meyveler ikram ettiniz. Yokluğa rağmen elinizde ne varsa ona verdiniz. Çocuklar elbette ki esaret altında olmamalı ancak siz ve yolda karşılaştığımız diğer arkadaşlarınız sayesinde kızım kendini Gazze’nin kraliçesi olarak hissetti.

İslam dini, yıllar yılı  Daiş üzerinden dünyaya tanıtılmaya çalışıldı. Oysa yapılan yanlışların hiçbirinin İslam dininde referansı yoktu. Bunu kendileri de çok iyi biliyorlardı. İlla bir referans aranacaksa Batının, geçmişten günümüze yaptığı zulümlere bakmak yeterli olacaktır. Kaldı ki eski ABD başkanı Trump, “Daiş’i Obama kurdu” diye itiraf etmişti. Çok uzağa gitmeye gerek yok. İsrail’in esirlere yaptığı insanlık dışı uygulama meseleyi anlaşılır kılıyor. Bir tarafta Kassam Tugaylarının esir aldığı 17 yaşındaki bir kız çocuğunun köpeğiyle beraber hiç zarar görmeden salıverilmesi örneği, diğer tarafta İsrail’in salıverdiği bir çocuğun günlerce aç, susuz bırakılıp işkence sonucu iki kolunun kırılması örneği var. İşte bu İslam ile Batı’nın farkıdır.

 Kassam Tugaylarının, dünyayı kendilerine hayran bırakan bu tavırlarının kaynağı Kuran ve sünnettir.  Kur’ân-ı Kerîm’de iyi kulların özellikleri sayılırken, “Onlar kendi canları çektiği halde yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler” (el-İnsân 76/8) denilmektedir. Müfessirler bu âyeti yorumlarken kâfir olmasına rağmen esire yemek yedirmede büyük sevap bulunduğunu belirtirler (Cessâs, III, 471; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, IV, 1898). Hz. Peygamber, Bedir esirlerini Medine’ye götürmek üzere ashaba dağıttıktan sonra kendilerine iyi davranılmasını emretmişti. Ashaptan Mus‘ab b. Umeyr’in o sırada esir alınan kardeşi Ebû Uzeyr’in anlattığına göre Resûlullah’ın bu tâlimatı sebebiyle sahâbîlerin kendileri hurma ile yetinip ekmeklerini esirlere vermişlerdi (İbn Hişâm, I, 645). Ayrıca bir defasında Benî Akīl’den alınan bir esirin, “Açım, beni doyurun; susuzum, bana su verin” demesi üzerine Hz. Peygamber, “Bu senin tabii ihtiyacındır” karşılığını vermişti (Ebû Dâvûd, “Eymân”, 21). Esirlerin gıda ihtiyaçları gibi giyimlerinin de esir alan devlet tarafından karşılanması gerekir. Huneyn Gazvesi esirleri Ci‘râne mevkiine getirildiğinde Resûl-i Ekrem Büsr b. Süfyân el-Huzâî’ye elbise sağlamasını emretmiş, Büsr de satın almak suretiyle temin ettiği elbiseleri esirlere giydirmişti (Vâkıdî, III, 943).

Hz. Peygamber gerek ganimetin paylaşılması gerek esirlerin satışı sırasında annelerle çocuklarının birbirinden ayrı düşürülmesini yasaklamıştı. Ebû Eyyûb el-Ensârî, Hz. Peygamber’in, “Kim bir anne ile çocuğunu ayırırsa Allah da kıyamet gününde onunla sevdiğini ayırsın” (Tirmizî, “Büyûʿ” 52,) dediğini nakleder. Bu uygulamaya göre İslâm hukukçuları da anne ile çocuğunun birbirinden ayrı düşürülemeyeceği hususunda görüş birliğine varmışlardır. Baba ile çocuğunda aynı şekilde ayrılmayacağı âlimlerin çoğunluğuna göre haramdır. Bu hususta dede baba, nine de anne hükmünde sayılmıştır.

Resûl-i Ekrem çeşitli tâlimat, tavsiye ve uygulamalarıyla esirlere iyi davranılmasını istemiş, onlara eziyet ve işkence edilmesini yasaklamış (Vâkıdî, II, 514), kendisinden bilgi almak için bile esire baskı yapılmasının uygun olmadığına işaret etmiştir (İbn Hişâm, I, 616-617). İslâm hukukçuları da aç ve susuz bırakma vb. bir şekilde esire eziyet yapılmasının doğru olmadığını, bunun bir fayda sağlamayacağını belirtirler (Kâsânî, VII, 120). Ayrıca Hz. Peygamber insan haysiyetiyle bağdaşmayan, sadece kin ve öfkeyi arttırmaya yarayan, insanın sağken veya öldükten sonra bir uzvunu kesmeyi (müsle) yasaklamış, bazı azılı düşmanlarına müsle yapılmasını isteyenlere, “Ben ona müsle yapmam, peygamber bile olsam Allah da beni aynı şekilde cezalandırır” cevabını vermiştir (Vâkıdî, I, 107).

Savaşta öldürülen bir patriğin başı Medine’ye Hz. Ebû Bekir’e gönderildiğinde bunu hoş karşılamamış, düşmanın da aynı şekilde davrandığı söylenince şu karşılığı vermiştir: “Farslar’la Bizanslılar’ı mı örnek alacağım?” (Beyhakī, IX, 132). İşte inancımız budur. Bunun dışına çıkan kim olursa olsun İslam inancına aykırı davranmış olur.

Yazımızı üstad Said Nursi’nin bir sözüyle bitirelim. Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehâlet edecekler.