Birinci Dünya Savaşının patlak vermesi (1914) ve sonrasında Osmanlı’nın dağılması ile birlikte sömürge faaliyetleri hız kazandı. O günden bu yana bu topraklarda kan, gözyaşı, sürgünler ve  katliamlar hiç bitmedi. Özellikle İngiltere ve Fransa’nın eliyle İslam beldeleri küçük parçalara bölünerek sömürülmeye başlandı.

Bu topraklarda yıllarca barış ve huzur içerisinde yaşamış farklı inanç ve ırk mensupları, sömürgeci devletlerin bu topraklara gelmesiyle, birbirlerine düşman hale geldi (getirildi). Farklılıkları zenginlik  gören bu toprakların insanları, birbirlerini yok sayacak hatta öldürecek duruma geldiler( getirildiler). Sömürgeciler özellikle Irkçılığı körükleyerek aynı inancı taşıyan insanları birbirine kırdırdılar.

Meşhur İslam tarihçisi Mahmut Şakir, Sömürgecilerin yaptığı tahribatları şöyle özetliyor:

  1.  Toplumsal hayatta dinin öğretilerinden uzak, cahil nesiller yetişmesi için okullardaki ders programlarından dini ve kültürel ağırlıklı dersleri kaldırdılar.
  2. Yine sömürgeciler açılıp saçılma, erkeklerle kadınların karışık olarak aynı ortamı paylaşmaları, içki ve fuhuş gibi İslam’a göre yasak olan şeylerin toplumda yaygınlaşması için çeşitli reklam araçlarıyla büyük bir propaganda yaptılar.
  3. Sömürgeciler işgal ettikleri yerlerde özellikle eğitimde ve diğer alanlarda kendi kültürlerini ön plana çıkardılar. Tabiatıyla bu arada İslam kültürünü devre dışı bıraktılar. Hatta İslam’a hiç yakışmayan gerici, ilerlemeye engel, kadına hak ettiği değeri vermez gibi yaftalamalarda bulundular.
  4. Müslümanları iyice zayıflatmak isteyen sömürgeciler, ahiret düşüncelerini yavaş yavaş unutarak dünyaya yönelen Müslümanlara sevecen davranarak onları kendilerine yakınlaştırdılar. Hal böyle olunca bu şuursuz Müslümanlar gidişatlarını onlara göre ayarladılar ve onların kurduğu planları desteklediler. Dolayısıyla kadınlar açılıp saçılarak ve Mümin vakarına yakışmayan tavırlarla toplumun içine karışmaya ve  açıktan içki içer hale geldiler.

İslam coğrafyasındaki bütün bu yıpratma faaliyetlerinin neticesi olarak İslam beldelerinde, inancı zayıf, doğru bir hayat tarzı oluşturamamış, Batı kültürüne bağlı ve Batı kültürü karşısında aşağılık kompleksine kapılan nesiller yetişti.

Sömürgeciler sadece toprak işgal etmekle kalmadılar, zihinleri de işgal ettiler.  Mücahit Gültekin “ Algı Yönetimi ve Manipülasyon” kitabında  meseleyi şöyle ifade eder; Savaş ve askeri stratejiler üzerine yazılan kitaplar klasik savaş ve psikolojik savaşın birlikte yürütülmesi gerektiğini ifade etmektedir.  Klasik savaş, bedenleri, cepheleri, cephaneleri, stratejik mekanları ve toprakları hedeflerken, psikolojik savaş beyinleri, düşünceleri, algıları, yorumları ve gönülleri hedeflemektedir. Psikolojik savaşın maliyeti daha az, sonuçları ise daha kalıcıdır. Klasik savaşta yenilen bir grubun /toplumun, yeniden kendini toparlayıp ayağa kalkması mümkün olabilir ama psikolojik savaşta kaybetmiş, zihinleri esir olmuş kişi ve kitlelerin özgürleşmeleri mümkün değildir. Amerikalı stratejiysen Joseph Nye “Düşmanımızın bizim gibi düşünmesini sağlayabilirsek, savaşmak zorunda da kalmayız” der. Maalesef bu konuda başarılı oldular.

 İşgal edilmiş zihinlerin belirtileri :

*İşgal edilmiş zihinler celladına aşıktır.

*İşgal edilmiş zihinler kendi değerlerine yabancıdır.

*İşgal edilmiş zihinler kendi değerleriyle kavgalıdır.

*İşgal edilmiş zihinler dostu düşman, düşmanı dost bilir.

*İşgal edilmiş zihinler İslâm’ın hayat veren ilkelerine düşman, batının köhnemiş fikirlerine ise hayrandır.

*İşgal edilmiş zihinler Müslümanın derdiyle dertlenmez.

*İşgal edilmiş zihinler Filistin de Gazze’de yaşananlara anlam veremez.

*İşgal edilmiş zihinler Gazze’de binlerce çocuk katledilirken, bunu gündemine almaz.

*İşgal edilmiş zihinler Gazze’de binlerce çocuk katledilirken evindeki köpekten dem vurur.

*Kısaca işgal edilmiş zihinler insanlıktan istifa etmiş, insanı insan yapan duygulardan kendini mahrum bırakmış zihniyettir. Vesselam.