Literatürde insan, “Toplum halinde bir kültür çevresinde yaşayan, düşünme ve konuşma yeteneği olan, evreni bütün olarak kavrayabilen, bulguları sonucunda değiştirebilen ve biçimlendirebilen canlı olarak tanımlanmaktadır.

İnsanlık, kadın ve erkekten oluşan bir bütünlüktür.

İnsanlık tarihinin başından beri geleneksel aile çerçevesinde kadın ve erkeğe bir takım cinsiyet rolleri biçilmiş. Erkeğe güç kadına da zarafet atfedilmiştir. Kadının yeri evidir, kadın evin işlerini yapar, kadın çocuğa bakar, kadın güzeldir, kadın narindir kadın duygusaldır kadın hassastır kadın namustur denilmiştir. Kadına atfedilen bu özellik kadına herhangi bir güç veya statü kazandırmamış bilakis bu geleneksel cinsiyet rolleri ile sosyal hayattaki imkanlardan kısıtlanmıştır. Erkek ise sosyal alanla ilişkilendirilmiştir.   

Zamanla toplum yaşayışında bir değişim olmuşsa da genel olarak bu roller aynı kalmıştır.

Toplumun temel yapı taşı olan kadın, toplumun şekillenmesinde önemli bir rolü vardır.

Güçlü, sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir toplum istiyorsak önce kadının birey olarak kişiliğini kazanması ve kadının en doğal hakkı olan sosyal yaşama katılmasına fırsat verilmeli ve kadın istiyorsa sanatsal, kültürel, sosyal etkinliklere katılmasına engel olunmamalıdır.   

Kadının da istediği gibi var olmaya, sevilmeye, sayılmaya ihtiyacı vardır.

Şefkat ve özverinin timsali olan kadın, yaşamın can damarıdır, zenginliktir, güzelliktir ve kadın anadır, bacıdır, yardır, ailenin direğidir ve aileyi bir arada tutandır. Öğretmendir, doktordur, bir olup bin olmaktır.

Kadın erkek ayrımının yapılmadığı hayatın müşterek olduğu bir yaşantının yaşanması ve kadın haklarının bir gün değil her gün bilinmesi dileğiyle, geçen hafta kutlanılan Dünya Kadın Hakları Gününü ben de kutluyorum. Yaşamı güzelleştiren kadınlarımızın kocaman yüreklerinden öpüyorum.