13 Ocak denilince aklım hep çocukluk yıllarıma gidiyor içimi bir mutluluk kaplıyor gönlüm bir başka hoş oluyor…

       Çocukluğumda13 Ocak ayrı bir heyecan ayrı bir sevinç ayrı bir coşkuydu. Babaannemle annemin kadın dayanışmasıyla evimizde o gün huzur doruk noktasında oluyordu.  

       Gelenekler, önce ailelerin sonra da toplumların birlik ve dayanışma içerisinde olmalarını sağlar.

       Yeni yıla nasıl girilirse yıl öyle geçer inancıyla 13 Ocak gelince, bir gün önceden annemle babaannem hummalı bir çalışmaya girişiyorlardı. Annem o gün, gün boyu evin temizlik işleriyle uğraşırken babaannem de bahçede beslediği tavuk, ördek, kaz ya da hindilerden birini kestiriyor, temizliyor, bir kenarda dinlendirmeye bırakıyordu ve hep derdi ki, “Dinlendirilmiş et lezzetli olur.”  Babaannem bu işlerin ardından ekmek sacının ateşe gelen tarafını bir bezle iyice silip isleri temizlerdi, sacın tümseği ateşe gelecek şekilde sacı ocağın üzerine yerleştirir ocağa ateşi verirdi. Sac ısınınca üzerine bir tas buğday boşaltıp buğdayı kavurduktan sonra bir tas beyaz darı, bir tas mısır, bir tas arpayı da ayrı ayrı kavurur ardından genişçe bir kapta bunları harmanlayıp taş el değirmeninde -destarla- öğütür elekten geçirirdi. Yaptığı karışım undan biraz daha iriydi. Bu karışımı kendi dikmiş olduğu bez torbaya doldurur bir kenara bırakırdı. Daha sonra akşam, bahşiş toplamaya gelecek çocuklar için bir tepsinin üzerine kumda kavrulmuş nohut, kuru üzüm, badem, ceviz ve biraz da bayram şekeri döker hepsini harmanlar bir kaba alırdı.    

       Ertesi sabah yani 13 Ocak sabahı annem günün rutin işlerine koşuşturmaya başlarken babaannem de dut ağacının ince dallarından birkaç dal kesiyor, hanedeki kişi sayısına göre dalları küçük parçalara bölüyordu. Daha sonra böldüğü çubukların kabuklarını soyuyor değişik şekiller veriyor ve her bir şekle de bir anlam yüklüyordu. Birini “şans” birini “mutluluk” birini “sağlık” birini “iş” birini “eş” birini de “tembellik” diye isimlendiriyordu. Bu çubukları yıkayıp bir kaba bırakıyordu.

       Öğleden sonra babaannem hindiyi odun ateşinde pişirirken öte yandan da bol şehriyeli bulgur pilavını tereyağında pişiriyordu. Tabii babaannem bunlarla uğraşırken annem de evin rutin işlerine durmadan devam ediyordu. Çünkü yeni yıla girerken hem ev temiz olacak hem leziz yemekler pişirilecek hem de güzel şeyler konuşulacak diye beklentileri vardı annemle babaannemin.  

       Akşam yemeğinden hemen sonra annem ortalığı toparlayıp bulaşıkları yıkarken babaannem hazırlamış olduğu karışımı beş tas suya bir tas un ölçeğiyle tuz da ekleyerek bir tencereye boca edip sürekli karıştırarak kısık ateşte pişiriyor, göz göz olunca son bir taşım kaynatıyordu.   

       Sahi bu arada sizlere bu yemeğin adını vermeyi unuttum. Yemeğin adı poxin. Babaannem, son taşımda içine o adlandırdığı çubukları katıyor bir kez daha karıştırıp genişçe, bir bakır sahana boşaltıyor, kaşıkla ortasından yanlara vererek bir çukur açıyor ve bu çukura kızartılmış tereyağını boca ediyor bakır sahanı yere konulmuş sininin üzerine koyuyordu. Tabii hane halkı sininin etrafına oturuyor şansına ne çıkacak diye bakır sahandaki poxini kaşıklıyor kime ne çıktı diye merakla birbirimize bakıyorduk. Daha bizler bu meraktayken dış kapı çalınıyordu, çocukluğun verdiği bir sevinçle kapıya koşuyorduk. Çocuklar yetişkin kadın ve erkek kılığına girmiş yüzünü soba isiyle boyamış kapıda duruyorlardı. Kapıyı açtığımız gibi çocuklar kısa bir skeç sunup tekerlemeler söyleyip bahşiş bekliyorlardı.  Babaannem, bir gün önceden hazırladığı kuru yemişlerden kapıya gelen çocuklara dağıtıyordu. Sonra da bizleri giydiriyor, yüzümüze soba isiyle şekiller veriyor, “Hadi gidin siz de bahşiş toplayın,” diyordu. O anki mutluluğumu anlatmakta kelimeler kifayetsiz kalır. Bildiğim tek şey mutluluğum şahikasındaydı. Yakın evlerin hepsine gidiyor kuruyemiş toplayıp evimize dönüyorduk. Eve döndüğümüzde babaannem bizlere cevizli sucuk veriyordu. Bu mutlulukla 13 Ocak gününü dört gözle bekliyorduk.

       Ama maalesef bu güzellikler çocukluk anılarında kaldı. Kim bilir bunun gibi ne çok geleneklerimiz unutulup yok oldu.

       Gelenek, bir toplumda eskilerden kalmış olan ve kuşaktan kuşağa aktarılarak gelen alışkanlıklardır diye tanımı yapılmaktadır.  

       Geleneklerimiz atalarımızdan bizlere kalan bir mirastır ve bu emanet mirasa sahip çıkmalıyız.  

       Geleneklerimizi çağa göre geliştirerek yaşatmalıyız. Bu sebeple gelenekleri değil geleneklerin yaşayışını korumalıyız.

       Birlik ve beraberliği, dayanışmayı sağlayan, yeniliğe ve değişime engel olmayan tüm geleneklerimizin yaşatılması dileğiyle kalın sevgiyle.