Günlerden pazardı. Günü rutin hafta sonunun işlerine koşuşturmakla geçirince, gece öyle hemen uykuya geçemedim. Tam da uykunun derinliklerine inerken 7,7’lik bir sarsıntının ta nereden gelip bizleri sallamasıyla uyandık.
Çok katlı binada yaşamakla, kaçmanın kurtuluş olmayacağının kabullenişinde çaresizce, korkuya teslim olmuş, eşimle birlikte sallantının geçmesini bekliyoruz. O kısa süre ne çok uzun geldi.
Derken sallantı durdu, el çabukluğuyla ayaklarımıza çorap geçirdik, telefonlarımızı aldık, kabanlarımızı giyip asansöre koştuk. Bahçede arabaya binip hızla binaların arasından geçip güvenli diyebileceğimiz bir parkın yanında arabamızı park edip yaklaşık bir saat arabada bekledik. Telefonlar hiç durmadı. Evimiz yüksek diye merak eden edene. Telefonlar peş peşe gelince olup biteni düşünecek zaman olmadı.
Neyse telefonlar durdu, bu kez mesajlar başladı. Telefon gruplarından durmadan mesajlar geliyordu. İlkin Diyarbakır’da bir binanın çöktüğü ve bir arkadaşımızın yakınları o binanın içinde olduğu haberini aldık. Sonra da depremin Gaziantep’te olduğuna dair bir mesaj gelince bir titreme, bir ürperti aldı beni. Oğlum, kız kardeşim ve ailesi oradaydı. Oğlumu hemen aradım ulaşılmıyordu, öldüm, öldüm, dirildim. Çok geçmeden oğlumla kız kardeşim iyiyiz diye mesaj atınca sevindim. Daha bu sevincimin sıcaklığındayken Adıyaman’da kalan kız kardeşim aklıma düştü. Aklıma düşmesiyle kızım aradı “Anne Sevgi teyzeme ulaşamıyorum,” dedi. Sevgi’yi arıyoruz, Sevgi’nin oğlunu arıyoruz, Sevgi’nin eşini arıyoruz üçünden de cevap yok. Bu kez onlara ulaşabilecek ne kadar tanıdık varsa hepsini aramaya başladık kiminden cevap yok kimi de meşgul.
Allah’ım o çaresizliği hiç kimseye yaşatma. “İnşallah Sevgi ve ailesine bir şey olmamıştır.” diye dua ediyorken de “Telefonlarını alamadan evden çıkmışlardır, şimdi bir parkta bekliyorlardır.” diye de kendimi teselli ediyorum.
Tam da yola çıkmak için eşimle karar alırken Ankara’da kalan erkek kardeşim aradı “Abla Adıyaman yerle bir olmuş, hiç durmayın, gidin, aha ben de yola çıkıyorum.” dedi.
Eşimle alelacele hazırlanırken ne eşimin ne de benim telefon sesi kesilmedi.
Batman’daki erkek kardeşimle amcaoğluyla yola koyulduk. Sanki doğa da insanların yaşadıklarına ağlıyor, yağmur durmadan yağıyordu. Yol uzadıkça uzuyor sabırsızlığım artıyor, Sevgi’nin akıbetini merak ediyor, bir an bile aklımdan çıkmıyordu.
Yağmurla, yolda geçirdiğimiz tehlikelerin korkusuyla, gelen telefonlara cevap vermekle nihayet bitmek bilmeyen yolun sonuna geldik, Adıyaman’a girdik. Binaların çoğu yıkılmış, yıkılmayanlar da ha düştü ha düşecek gibiydi.
Gördüğüm tüm şeyleri anlatmaya yüreğim kaldırmıyor, şu an yazarken bile çok kötü oldum.
Adıyaman’a daha evvel bir iki defa gitmiştik, kısacası çok bildiğimiz bir yer değildi. Deprem daha da bilinmez bir hale getirmişti. Hangi sokağa sapıyorsak yolu kapatmış enkaz yığınıyla karşılaşıyorduk. Zorluklarla o yoldan çıkıyor bir başka yola giriyorduk, o yolda diğer yollar gibi.
İnsanın içini burkan insanı ürperten bir manzaraydı. İnsanların yüzünden yaşadıkları korku, dehşet okunuyordu. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağmaya devam ediyordu. O sokaktan çık öbür sokağa girmekle epey zaman kaybı oldu. Eşim, nihayet bir sokakta arabayı durdurdu. Sevgi’nin kaldığı ev beş katlıydı, yerle bir olmuştu. Damadımızın kardeşi, yengesi, yeğeni enkazın başında bekliyorlardı. Sevgi’nin eşi ile çocuğunu çıkarıp hastaneye götürdüklerini ancak Sevgi’nin hala enkaz altında olduğunu söylediklerinde dondum kaldım. Beş katlı binanın üst tablası kaldırımla bir olmuştu. Bunları görünce bütün umudumu yitirdim, elim ayağım titriyordu, soğuk bir çaresizlik yüreğimi burkuyor, yerimde duramıyor ama elim kolum bağlı hiçbir şey de yapamıyordum.
Enkazın üç tarafını dolaşıyor, avazım çıktığı kadar “Sevgi, Sevgi, Sevgi öldürdün beni ses ver.” diyorum ama maalesef bir ses yok. Delirecek gibi oldum, yağmurla gözyaşlarım birleşmiş hüngür hüngür ağlıyordum.
Günlerdir yağmur yağsın diye dua ederken o an yağmurun durmasını ne çok istiyorum, durmadan “Ya rabbim ne olur yağmuru durdur.” diye dua ediyorum ama yağmur durmak nedir bilmiyor, soğuk kemiklerimize işliyor, yer de durmadan bizleri sallıyordu.
Her enkazın başında, enkaz altındakilerin yakınlarından üç dört kişi çaresizce beklerken enkaz altındakiler de yardım bekliyordu ama yardıma gelen kimse yoktu.
İnsan ürküyordu, yağmurdu, borandı, depremdi, can pazarıydı. Telefonlar iş görmüyordu, şebeke yoktu. Şebekesi olan operatörlerden arıyoruz, ara ara cevap veren yok. Nihayet cevap veren oldu, Adıyaman AFAD telefonu Eskişehir’e yönlendirilmişti. Yalvar yakar ne olur bir ekip gönderin diyoruz tamam diyorlar gerekli bilgileri veriyoruz ama gelen yok. Eli kolu bağlı bir şekilde yurdun dört bir yanından gelen kardeşler, akrabalar, dostlar enkazın başında, kardeşimin temin ettiği kepçe gelecek de Sevgi’yi enkazın altından çıkaracak diye bekliyoruz. Bekle bekle bekle. Nihayet kepçe getirecek kişi göründü. Sevindim, sevindim, sevindim. Sevgi enkaz altından çıkarılmış kadar sevindim, en azından bir umut belirdi ama maalesef yetkililer kurtarma ekipleri bünyesinde çalıştırmak üzere iş makinalarına el koymuştu.
O ana dek her ne kadar umutsuz bir bekleyiş içerisinde olsam da yine de cılız da olsa bir umudum vardı. İşte o umudumu da yitirdim, çaresizlik ve umutsuzluk içinde eridim bittim.
Çaresizliğin ve de umutsuzluğun zulmünde kıvranırken, araba içinde hafif bir sallantı hissettim. Eşim yardım ekiplerini tekrar aramak için telefonun çekebileceği bir noktaya gitmişti. Oğlum ve kuzenimle arabada bekliyorduk. Yağmur sağanak şekilde yağmaya devam ediyordu, Adıyaman’a girdiğimden beri hep sallanıyorduk. Hafif bir artçıdır diye önemsemedim. Hızını artırırken oğlum ve kuzenimle birlikte hızla arabadan çıktık, en güvenilir yerdir diye enkaz yığıntılarına doğru gittik. Giderken düşecek gibi oldum. Adım atmakta zorlanıyordum. Oğlumun desteğiyle yürüdüm, enkazın yanına varınca yere düştüm. Suya girip çıkmış gibi giysilerim ıslandı. Oğlum beni yerden kaldırdı, enkaz altında kalan arabaya yaslandım. Böylece 7,6 şiddetinde bir depremle Adıyaman’da ikinci bir depreme yakalandık. Yağmur durmadan sağanak bir şekilde yağıyor, yer sizleri istemiyorum dercesine şiddetini artırarak bizleri tekmeliyordu. Böyle devam ederse hiçbirimiz kurtulmayız diye korkuyor, sallantının geçmesini bekliyordum. Dört yanımız yıkılmak üzere olan çok katlı binalarla sarılıydı. Binalar üzerimize düşecek gibiydi, korkunç sallanıyorlardı.
Ne yağmur duruyor ne de zelzele…
Neyse zelzele durdu. Mersin’den gelen Selim kardeşim, enkazın her bir yanını dolaştı. Üstte duvar ile damın tablası arasında çok ince bir çizgiden Sevgi’ye avazı çıktığı kadar seslendi. Hele şükür, binlerce şükürler olsun Sevgi’nin sesi geldi. “Buradayım, çabuk çıkarın, artık dayanamıyorum!” dedi. Selim, ölümü göze alarak enkazı yara yara Sevgi’ye ulaştı.
Biz kardeşlerin, akrabaların eş ve dostların dayanışmasıyla, kendi kıt imkanlarımızla Sevgi’yi gece 09.30 gibi yaklaşık beş saatlik bir çalışmayla enkazın altından çıkarabildik. Ne çok sevindik ama sevinmeye utanıyoruz Sevgi kardeşimiz gibi binlercesi enkaz altında yardım bekliyordu.
Selim bir sinir krizi geçirmiş olmalı ki enkazın üzerinde oturdu “Keşke gücüm yetseydi, hepinizi çıkarabilseydim.” deyip avazı çıktığı kadar ağladı, ağladı, ağladı…
Rabbim kimseyi sahipsiz bırakmasın. Rabbim kimseyi darda koymasın. Rabbim bir daha bunları hiç kimseye yaşatmasın.
Ölenlere rahmet yaralılara şifa kalanlara da sabırlar diliyorum.
Tek nefeste okutuyor kendisini çok içten ve hissederek yazılan yazı olunca duygulanmamak elde olmuyor. Keşke hayat bu kadar acı ile dolu olmasa