İzliyorum, bakıyorum ve gözlemliyorum. Hepimiz fanustayız. Yani kapalı bir mekandayız. Ruhen bu böyle.

Kapalı mekan derken bu mekan fiziki de olur, fiziki de olmayabilir. Yani mekan dedğimizde fanus elle tutulur, gözle görülür bir yer  olmayabilir.

İdeolojiler birer fanustur. Çünkü ideolojiler insanın zihnini bir yere hapseder ve oradan çıkamaz.

İnsanın yaşadığı yer, toplum, çevresi, arkadaşları, ufku, ideali hepsi birer fanustur.

O fanus onun cehennemidir esasında.

Nasıl cehennemidir?

Açıklayayım.

Bu Dünya’nın kendisi bir fanustur.

Geçen gün bir medyada izledim.

Bir kadın, bir başka kadına şöyle hitap ediyor.

Daha doğrusu hitap etmiyor. Bağırıyor.

“Giden bu Ülkeden, Burada çok fazla kadınız. Burası bizim Ülkemiz. Sizi burada istemiyoruz.”

İşte o kadın bir fanusta.

O kadının fanusu “ırkçılıktır.”

Bir başka örnek vereyim.

Adam mal, mülk, servet nedeniyle bir başkasını öldürüyor.

“Hepsi benim, hepsi benim, hepsi benim” diyerek bir cana kıyıyor.

Mal, mülk sevdası o adamın fanusudur.

Adam hep ben, hep ben, hep ben diyor.

“Bencillik bir fanustur.”

Adam, insanlara tepeden bakıyor.

“Kibir bir fanustur.”

Özetle, fanus ruhunu hapsettiğin yerdir.

Özetle, fanus senin mutsuzluğundur. Fanus senin ruhen esaretindir.

Ruhunu fanustan kurtaranlar ve Yunus haline gelenler kurtuluyor.

Yunus nasıl özgürce okyanusta, deryada, denizde yüzüyorsa, fanustan ruhunu kurtaran da öyle yüzer ve huzur bulur.

Ben ruhumun fanusu olan ırkçılık, enaniyet, bencillik, kibir, gösteriş, israf, mal ve mülk sevdası, para ve pul düşkünlüğü ve hasılı ne kadar kötü huy varsa, hepsinden kurtulmak istiyorum.

İşte bunun için şart olan, fanustan kurtulmak için şart olan Yunus olmaktır.

Yunus derken de hem Yunus Emre misali, derviş gönüllü ve “hal ehli olmayı” kastediyorum. Hem de Yunus olup serbestçe okyanuslarda yüzeyi kastediyorum.

Okyanuslarda kendi halince özgür özgür yüzen yunusları bir tarafa bırakalım.

Yunus Emre misali hal ehli (ehl-i hal) olmayı anlatalım.

Türkiye Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedinde ehl-i hal öyle açıklanır:

Tasavvufta mânevî ve ruhî duygu ve heyecanları ifade eden hallere büyük önem verilmiş ve ehl-i hal olmak mutluluk kabul edilmiştir. Sûfîler, hal sahibi olmanın önemini anlatmak için Hz. Peygamber’in sohbetlerinde bulunan Hanzale b. Rebî‘i örnek verirler. Hanzale, Resûl-i Ekrem’in huzurunda iken cennet ve cehennemi gözüyle görüyormuş gibi bir hal yaşar, huzurdan ayrılınca da bu duyguları kaybolurdu. Bu durumdan yakınan Hanzale’ye Hazreti Peygamber (asm)bu tür hallerin zaman zaman meydana gelebileceğini, fakat devamlı olmayacağını söylemiştir. Tasavvuf tarihinde mânevî hallerden ilk bahsedenler Serî es-Sakatî, Zünnûn el-Mısrî, Hâris el-Muhâsibî ve Ebû Süleyman ed-Dârânî gibi sûfîler olmuştur. Bâyezîd-i Bistâmî ise “erbâb-ı ahval” olarak tanınıyordu. Bu dönemde özellikle hal ile “makam” arasındaki ilişkiler üzerinde durulmuş, nitelik itibariyle birbirinden pek farklı olmayan bu iki kavramdan geçici olan duyguya hal, sürekli olana makam denilmiş, bazı hallerin zamanla makama dönüştüğü örneklerle gösterilmiştir. Meselâ tövbe hissi geçici olursa buna hal adı verilmiş, bu duygunun tekrarlanarak devamlılık kazandığı zaman makam şekline dönüşeceği söylenmiştir. Sabır, tevekkül, rızâ ve zühd gibi makamlar için de aynı durum söz konusudur. Tasavvufta ulaşılan her makamın kendine mahsus ahvali vardır. Bir makamdan diğer bir makama yükselen sûfînin halleri de değişir ve böylece daha mükemmel hallere ulaşmış olur. Ayrıca belli bir makamda bulunan sâlikin halleri de kendisi bu makamda iken sürekli değişir ve mükemmelleşir. Hallerdeki değişim sonsuza kadar sürüp gider. Bu durum Hakk’a doğru yapılan mânevî yolculuğun (seyrüsülûk) sonsuzluğunu ifade eder. “Bazen kalbimi bir perde bürür ve onun için günde yüz defa istiğfar ederim” meâlindeki hadisi sûfîler, “Hz. Peygamber bir halden daha ileri bir hale ulaştığında önceki halde bulunmuş olmayı kusur saydığından tövbe ederdi” şeklinde yorumlamışlardır. Hal ile vakit kavramları da birbirine yakın anlamlar taşır. Genellikle vakti hal anlamında kullanan sûfîler geçmiş ve gelecek zamanla pek ilgilenmezler. Çünkü onlara göre geçmişi ve geleceği düşünmek, içinde yaşanılan zamanı (hal) zayi etmekten başka bir şey değildir. En önemli ve değerli zaman vakit ve hal denilen şimdiki zamandır. Bu durum tasavvufta, “Dem bu demdir dem bu dem” şeklinde de ifade edilir. Sûfî “ibnülvakt”tir, her an içinde yaşadığı zaman parçası olan hali değerlendirir. Her vakitte o vakitte yapılması en doğru olan şeyi yapar; her an Allah ile arasındaki hali mülâhaza edip bunu değerlendirir. Bazı sûfîler bu değerlendirmeyi her gün, bazıları her saat, bazıları her vakit, bazıları da her an (her nefes) yaparlar. Tasavvuf yoluna yeni girenler bazen, bu yolda mesafe alanlar daha sık, ileri noktalara ulaşanlar ise her nefes bunu gerçekleştirirler. Birincisine “vakit sahibi”, ikincisine “hal sahibi”, üçüncüsüne “nefes sahibi” denir. Mânevî halleri yaşamakta olan bir sâlikten bazı kerametler zuhur edebilir.

Bu ansiklopedi bilgilerinden sonra Fanus’u kır ve Yunus ol diyorum.

Kime diyorum. Kendime diyorum. Nefsime diyorum.

Fanus’ta kalandan bir şey olmaz. Okyanusa açılandan çok haller meydana gelir. Okyanusa açılanlar Yunus olur. Fanus’ta olanla mutsuzdur, okyanustaki Yunus mutludur. Vesselam.

Dua: Ey Rabbim beni ehl-i hal eyle. Sevgili Peygamberimizin (asm) yolunda ehl-i hal eyle. O’nun (asm) bir Yunus’u eyle. O’nun (asm) izinde yüzenlerden eyle. Amin.