Yetiştirilme şeklimizde ya da eğitim metodumuzda yanlışlık olduğunu düşünüyorum.

Bize “iyi olmak” hep tavsiye edildi.

Belki de “iyi olmanın içinde doğru olmak, adil davranmak” da vardı.

Ancak biz iyi olmayı adil ve doğru olmak olarak anlamadık.

Biz iyi olmayı birisine torpil yapmak, birisinin aleyhine diğerini haksız da olsa desteklemek olarak anladık.

İşin aslına sorarsanız iyi olmak ile doğru olmak aynı anlama gelmez. Biz sanki öyle anladık ve “iyi olalım, iyi insan ol, iyilik yap” diyerek öğüt verdik.

Esasında bu öğüt çok da anlamlı ve çok da doğru değil.

Ben hançeremin yettiği ve avazımın çıktığı kadar haykırıyorum: “Önce doğru ol, ondan sonra iyi ol. Doğrulukla birlikte iyi ol.”

Şu gerçeğe dikkat edelim.

“Her iyilik doğruluk manasına gelmez. Ancak her doğruluk bir iyiliktir.”

İyi ve merhametli bir insansak, bu bizim adil ve doğru insan olduğumuz anlamına gelmez.

Ancak adil ve doğru insan olduğumuzda abu aynı zamanda iyi insan olduğunuz manasına gelir.

Bir de şu gerçeğe dikkat edelim ve şu sorumuza cevap verelim.

İyilik ve doğruluk arasında kalsanız ne yapardınız?

Ben hemen cevap veriyorum.

İyilik ve doğruluk arasında tercih yapacak olsaydım, doğruluğu seçerdim. Çünkü doğruluğun içinde iyilik de var.

Öyle iyilikler var ki, ya baştan itibaren doğru değil, ya da sonuçları itibariyle doğru değildir. Kişi bir çocuğa öğüt vermek istiyor ve herkesin huzurunda çocuğu küçük düşürecek tarzda öğüt veriyor. O öğüt elbette faydalıdır. Ancak herkesin huzurunda değil de o küçük çocuk ile yalnız olunduğu bir ortamda öğüt verilse daha doğrudur.

Bir kişi bir yoksula yardım etmek istiyor. Ancak yoksulu başkalarının yanında mahcup edecek tarzda o iyiliği yapıyor. Halbuki yardımlar gizli yapılırsa doğru ve iyidir. Yoksa tek başına iyilik işe yaramaz. 

Kişi sınava girmiş bir yakınına iyilik yapıyor ve sınavı kazanmadığı halde o yakınına torpil yapıp kazanmasını sağlıyor. O iyilik yakını için bir iyilik olsa da başkalarının kul hakkını yediği için doğru değildir.

Ve şimdi de şu en önemli noktaya dikkat edelim.

 Allahû Teala bizden önce doğru olmamızı, doğrulukla birlikte iyi olmamızı emrediyor. Nahl Suresi 90. Ayette ilk emir adalet (doğruluk) üzerinedir. “Şüphesiz ki Allah adaletli davranmayı, iyilik yapmayı ve akrabayı görüp gözetmeyi emreder. Her türlü hayasızlığı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. Düşünüp ders almanız için size böyle öğüt verir.” (Nahl, 90)

 

Sevgili Peygamber Efendimizin (asm) doğruluk üzerine oldukça teşvik edici hadis-i şerifleri mevcuttur. Sevgili Peygamberimizin (asm) şu müjdesi büyük bir tefekkür gerektiriyor: “Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir tacir, Peygamberler, Sıddıklar ve Şehidlerle beraberdir.” (Hadis-i Şerif)

Ve her tefekkür ettiğimde adeta zihnimi ve idrakimi yerinden oynatan, beynimin damarlarını zonklatan bir ayet-i kerim ve hadis-i şerif.

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Hud Suresi, 112)

Hadis-i Şerif: “Beni Hud Suresi kocattı.”

Evet, Sevgili Peygamber Efendimiz (asm) doğruluğa ve dosdoğru olmanın zorluğuna böylece dikkat çekiyor.

Bir tarafta Yüce Rabbimizin (cc) emri var.

Dosdoğru ol. Dosdoğru ol. Dosdoğru ol.

Diğer tarafta nefsimiz bize her daim kolay olanı ve hoşuna gideni emrediyor.

Nefsimiz doğruluktan hoşlanmaz. Nefsimiz adaletten hoşlanmaz. Nefsimiz hakkaniyetten hoşlanmaz.

Nefsimiz devamlı surette kolay olanı ve yardımlaşma adı altında gösterişi, iyilik adı altında haksızlığı, birine merhamet kisvesi altında başkasına karşı acımasızlığı hoş gösterir. Halbuki Yüce Rabbimiz (cc) adaleti emredir ve dosdoğru olmamızı bir buyruk olarak bildirir.

Namaz nasıl farz ise doğruluk da farz.

Oruç nasıl farz ise adalet de farz.

Hac nasıl farz ise hakkaniyet de farz.

Zekat nasıl farz ise dürüstlük de farz.

İşte burada tekrar yazımızın başında belirttiğim hususa geliyorum.

 

Yazımın en başında, “yetiştirilme şeklimizde ya da eğitim metodumuzda yanlışlık olduğunu düşünüyorum. Bize “iyi olmak” hep tavsiye edildi” demiştim.

 

Şimdi de diyorum ki, bize hep oruç, namaz, zekat, hac farz denildi, niye doğruluk adalet, hakkaniyet ve dürüstlük farz denilmedi ve bu hususlara namaz, zekat, oruç ve hac kadar dikkat, çekilmedi, neden?

Ben her daim şunu beyan etmişimdir: Hocalarımız bazı hususlarda bir ayet-i kerime ve hadis-i şerif, beyan ettiklerinde mutlaka ardından o ayet ve hadis ile ilgili onun adeta bir tamamlayıcısı ve mütemmim cüzü olan gerekliliği de ifade etmelidirler.

Neyi mi demek istiyorum?

Şunu demek istiyorum.

Bir örnekle açıklayayım.

Şu hadis-i şerif’i çocukluğumdan beri duymuşumdur: “Kim Allah için hacceder de kötü söz ve davranışlardan sakınır ve günahlara sapmazsa annesinin onu doğurduğu günkü gibi günahlardan arınmış olarak döner.”

Hocalarımıza düşen görev bu hadis-i şerif’i beyan ettikten sonra şunu belirtmeleridir: “Kul hakkı hariç.”

Yani Hac görevini yapan kişinin üzerinde kul hakkı varsa, o asla bir Hac ile affedilmez. Çünkü kul hakkının ödeşileceği ve hesapların görüleceği yer Hac değildir. Mahşerdir. Yüce Rabbimizin (cc) büyüklüğünün bir tezahürü de “kul hakkına karışmıyor olması ve birbirleriyle alacak-verecek ya da başka şekilde hakları olan iki kul arasına girmiyor” olmasıdır. İstese Yüce Rabbimiz (cc) elbette kullarından dilediğini affeder ve cennetine sokar. Ancak O’nun şanındandır ki kul hakkına kendisi müdahale etmiyor ve kullarına mahşerde, “aranızdaki meseleyi siz halledin, helalleşin ya da birbirinizin günahını yüklenerek buradan öylece ayrılınız” diye ferman buyuruyor.

Sevgili Peygamber Efendimiz (asm) elbette, “Hac göreviyle bir kişinin anasından doğduğu gibi tertemiz olacağını kul hakkı haricindedir” diyerek beyan etmeye gerek duymuyor. Çünkü fazla söz ve malum olan bir husus söylenmez ve onu insan kendisi anlayacak. Hocalarımız da gerektiğinde bunu açıklayacak.

Evet, netice itibariyle doğruluk iyilikten önce gelir. Çünkü doğruluk kul hakkına riayettir.

Vesselam.

“İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır.” Bu söz Victor Hugo’ya aittir. Bunu da yazımın en sonunda hassaten belirteyim.

 

Not: Victor Hugo’nun ölmeden önce Müslüman olduğu söylenmektedir. İnşallah, öyledir.