Kimisi yazardır, kimisi yazarcık, kimisi şairdir, kimisi şaircik, kimisi entelektüeldir, kimisi dantellektüeldir. Vallahi bu Dünya’da şunu gördüm, kimisi alimdir, kimisi alimlikten geçinir. Kimisi Müslümandır, kimisi Müslümanlıktan geçinir. Şimdi, alim ile alimlikten geçinen bir olur mu? Şimdi Müslüman ile Müslümanlıktan geçinen bir olur mu?
Yazarcıklardan, şairciklerden, dantellektüellerden alim geçinenlerden ve Müslümanlıktan geçinenlerden hiçbir “cacık” olmaz. Öyle insanlar bilirim çevremdeydi onların bir kısmı, “bütün davası işe girmekmiş, işe girdi dava-mava kalmadı.”
Öyle sözde idealist ve fikir adamı bilirim, bir kısmı zaten her gün TV ekranlarındaydı, “adamlar Dünya menfaati için Hak Davayı sattılar.” Öyle “sözde mücahit bilirim ki, müteahhitlikmiş adamların maksadı.” Vallahi Türkiye’de ilim ve fikir Dünyası, filim Dünyası gibidir. Vallahi Türkiye’deki düşünce ve edebiyat Dünyası, “ebediyat” Dünyası gibidir.
Bunu ve bu gerçekleri her geçen gün gözlemleyip de müşahede ettikten sonra, insan şu fikre varıyor. Türkiye’deki sözde ilim ve fikir Dünyası, sözde düşünce ve edebiyat Dünyası, tam bir “cacık Dünyasıdır. Ancak onlardan “cacık” olur. Yukarıda belirttim bazılarından “cacık” da olmaz. Çünkü kartlaşmışlardır.
Şimdi gündemde bir sapkın güruhun, adını anmaktan dahi imtina ettiğim bir sapkın güruhun, İstanbul’da yürüyüş yapmak ve tabiata ve fıtrata aykırı bir cinsiyeti kabul ettirmek gibi bir çaba-çalışma içinde olduğu, bunun için gösteri-yürüyüş planladığı, hatta İstanbul Valiliği izin vermese de kaçak/izinsiz gösteri yürüyüş yaptığı bir ahvalde, sosyal medyada şunları ifade ettim.
İşte o üç sosyal medya paylaşımım:
1-Bu Ülkede Müslümanlar korkularından şeriatı savunamazken batıl davaları için, sapkınlar toplu eylemler ve gösteriler düzenliyor. Hak Dava şeriat, hiç bu kadar sahipsiz olmamıştır.
2-Bu Ülkede 1923-1980 yılları arasındaki İslami mücadele ve İslam için çaba, ondan sonraki yıllarda görülmedi. (1996 yılındaki 28 Şubat’taki mücadele İslami mücadele miydi? Onu bilmiyorum. Entelektüel mücadele değildi en azından. Tamamen etki-tepki idi.)
Açıkça ifade etmem gerekirse, ölümüne İslam’ı savunan entelektüel mücadeleleri ben İslami mücadele içinde görüyorum. 28 Şubat biraz başörtüsü, biraz siyasi, biraz da asker-sivil çekişmesi idi. Benim İslami mücadeleden anladığım İskilipli Atıf Efendi’lerin, Mustafa Sabri Efendi’lerin, Şeyh Esad Erbili Efendi’lerin, Mehmet Akif’lerin, Necip Fazıl’ların ve Bediüzzaman Said Nursi’lerin entelektüel fikir mücadelesidir.
3- 1980 yılından sonra Müslüman mücadeleyi ve Hak Davayı korkusuzca savunmayı bir kenara attı. Sistemin izin verdiği kadar sesini çıkarmayı tercih etti. (Tabi sözüm Meclisten dışarı, sistem ile hiç barışmayan Müslümanlara saygım sonsuz)
1980 yılını neden esas ve temel aldım? Şundan dolayı aldım. 12 Eylül Askeri Darbesi insanları düşünce ve fikir üretmekten o kadar kokuttu ki insanlar düşünceye ve fikir üretmeye değil günlük-gündelik yaşamaya ve rastgele (adeta hayvanlar gibi) yiyip içmeye ve ancak düşünmemeye başladılar.
Evet, bu yazımın başlığında mevcut olan “ölme ve gülme pahasına” düşündüren entelektüel yazarlar bahsinde şu dört yazarı sizin dikkatlerinize sunacağım. İkisi bizden, ikisi başka Ülkeden.
"Kurulu düzeni" rahatsız etmede Nasrettin Hoca ile Charlie Chaplin bir uçta yer alırken Sokrates ile Seyyid Kutup diğer uçta yer alırlar. Nasrettin Hoca ile Charlie Chaplin "gülme pahasına düşündürmüş", Sokrates ile Seyyid Kutup "ölme pahasına düşündürmüştür." Nasrettin Hoca ile Charlie Chaplin ve Sokrates ile Seyyid Kutup bu dördünün ortak noktası "entelektüel düşüncedir." Entelektüel düşünce kurulu düzeni rahatsız edici düşüncedir.
Herhangi bir toplumda bilgi hamallarının sayısı her daim entelektüel düşünce sahiplerinden fazla olmuştur. Çünkü bilgiyi sırtta taşımak kolay, başta taşımak zordur.
Ve bu Ülkede bilgi hamalları oldukça fazladır. Entelektüel düşünce mensuplarının sayısı oldukça azdır.
Şimdi bu 4 entelektüel yazarı tarihsel/kronolojik sıraya göre sizlere takdim ediyorum.
1-Sokrates:
Yaşadığı yıllarda “Atina’daki kurulu düzene ve “çok tanrılı Atina Dinine” karşı düşünceler içinde olan ve bu düşüncelerini hiç korkmadan ifade eden Yunan Düşünür İdama mahkum edilir ve “baldıran zehiri” içerek öldürülür. Sokrates sürgüne gitme seçeneğine de sahiptir (Ve bunun sonucu olarak felsefi/filozofik misyonunu bırakacaktır) ya da baldıran zehri içerek ölüme mahkûm edilecektir. Sokrates ölümü seçmiştir. Sokrates öldürülürken o anda yanında bulunan Karısı şöyle seslenir: “Neye üzülüyorum biliyor musun? Seni suçsuz yere idam ediyorlar.” Sokrates ölürken dahi müthiş bir mesaj vermiştir: “Bir de suçlu yere mi öldürülseydim.”
2-Nasreddin Hoca:
Nasreddin Hocamızın 'ye kürküm ye!' fıkrasını duymayanımız vardır elbette. Bir kez daha hatırlatalım. Nasreddin Hoca, yaşadığı yerde, bir akşam bir ziyafet olduğunu öğrenir ve o ziyafete girmek için, önce çok pejmürde, çok eski adeta hırpani kılık seçer ve o elbise ile ziyafet mahalline gider. Kapıdakiler Nasreddin Hoca'yı o kılık kıyafet içerisinde tanımazlar ve 'haydi git buradan defol, senin gibilerin yeri değil burası' diyerek kovarlar. Nasreddin Hoca oradan kovulunca doğrudan evine gider ve bu sefer, çok güzel ve çok gösterişli kıyafetler giyerek aynı yere gider ve saygıyla karşılanır ve içeri buyur edilir. İçeride sofraya oturan Nasreddin Hoca oradakilerin huzurunda yemek tabağına kürkünün ucunu uzatarak 'ye kürküm ye!' diye seslenmiş ve bu yemek senin hakkın şeklinde bir mesaj vermiştir. Yani, 'ben bir insan olduğum için değil, kılık kıyafetim için değer görüyorsam, bu yemek benim hakkım değil' diyerek o sofrayı terk etmiştir. Nasreddin Hoca bir evliyadır. Yaşadığı yıllarda, bulunduğu çevrede değeri bilinmeyen ya da çok az kimse tarafından takdir edilen bir evliyadır. Allah O'ndan razı olsun. Hocamız gülme pahasına insanları düşündürmüştür.
3-Şehid Seyyid Kutup:
1906’da Mısır’da doğdu, 1966 yılında Mısır’daki devrin zalimleri tarafından idam edildi. O zamanki Mısır diktatörü Cemal Abdulnasır'ın müftüsü Şehid Seyyid Kutup'un idama götürüleceği odaya gelir ve son nefesinde kelime-i şehadet getirmesi için telkinde bulunur. Şehid Seyyid Kutup sonsuza dek hafızalarda yer edecek şu sözü o müftüye söyler: "Sen kelime-i şehadet için maaş alıyorsun, ben kelime-i şehadet için can veriyorum." Formaliteden İslam ya da candan İslam. Olmak ya da olmamak. To be or not to be. Konu kapanmıştır.
4- Charlie Chaplin:
1889 yılında İngiltere’de doğan ve 1977 yılında İsviçre’de ölen Charlie Chaplin mesajlarını özelikle “sessiz komedi filmleri” vasıtasıyla vermiştir. Yaşadığı yıllarda Komünist olmakla, hatta Bolşevik (Rus) Ajanı olmakla suçlandı. Dünyanın en uzak diyarlarında insanlar Charlie Chaplin’i tanıyor ve onu seviyordu.” Chaplin’in en büyük özelliği elbette bunlar değildir. O bir kapitalizm düşmanıdır ve insanlar arasında Hakça paylaşımı esas alan bir ekonomiyi savunur. Kapitalist düşmanı olduğu ve sosyal adaleti savunduğu için komünistlikle ve Rus Ajanı olmakla suçlanmıştır. Charlie Chaplin güldürürken düşündürmek üzere sessiz sinemada birçok filme imza atmıştır. Charlie Chaplin’in ölüm döşeğinde Rahip’e verdiği şu cevap çok hoşuma gider. Hayatı boyunca dinden ve imandan habersizmiş gibi yaşayan ünlü komedyen Charlie Chaplin ölüm döşeğindeyken ona eşlik eden rahip "Tanrı ruhunuza merhamet etsin" dediğinde çok rahat bir şekilde şöyle karşılık verdi: "Neden olmasın? Sonuçta bu (can) O'na aittir." Bu cevap ve bu umut çok hoşuma gider. Bu cevap esasında Kur’anî bir ifadedir. “Biz O’na aitiz ve O’na döndürüleceğiz.” (Bakara Suresi, 156)