Her toplumda kendini olduğundan farklı göstermeye çalışan kişiler vardır ama geri kalmış toplumlarda bu çok daha fazladır. Ve bunlar hem kendilerine hem de çevredekilerine hayatı çok daha zorlaştırmaktadırlar.
Bundan üç yıl önce bir aile dostumuz, oğlunun nişan törenine bizleri davet etmişti. Davet edilmeyen yere görünmeyen edilen yere de erinmeyen biri olarak nişan törenine katıldım. Salon orta büyüklükteydi ve katılım çoktu.
Derken etkinlik başladı. Gelinle damadın bulunduğu yerin hemen önünde sandalyeler karşılıklı dizildi, bir tarafa gelin bir tarafa da damat tarafı oturdu, kız isteme merasimi yapıldı. Ardından on yedi on sekiz yaşlarında bir kız, gelinle damat için kahve getirdi. Damat kahveyi içtikten sonra elini ceketinin cebine attı, küçük bir hediye paketi çıkardı, kahve fincanının yanına bıraktı. Pakette, pırlanta yüzük olduğu konuşmalarının sesleri etraftan gelmeye başladı. Salonda bulunanlara çikolata ikramı yapıldı. Çikolataya sarılı kağıtlarda gelin ile damadın ismi vardı.
Yabancı bir müziğin sesi giderek yükseldi. O ara gelin ortalıktan kayboldu. İnsanı çokça yoran bir insan sesinin uğultusu yükselmeye başladı.
Gelin bu kez farklı bir giysiyle geldi. Yüzükler takıldı. Damadın annesi gelinini kuyumcu dükkanı gibi altınla donattı. Bu kadarını yapabilecek güçte olmadığını oradakilerin, hemen hemen hepsi biliyordu. Tatlı dağıtıldı, tabaklar abartılı doldurulmuştu, sonrasında bu tatlıların çoğu çöpe gitti.
Nasip oldu, bu çiftin kına gecesinde de bulundum. Kına gecesinin gereği fazladan fazladan yapıldı. Kızların ellerinde sepetler, bu sepetlerin içi -içine kına konulmuş- küçük keseciklerle doluydu. Kızlar masaları dolaştı, gelen konuklara kına verildi. Kına keseciklerine gelin ile damadın baş harfleri basılmıştı ve eminim bu kınaların hepsi de çöpe gitmiştir.
Salon hınca hınç doluydu, rahatsız edici bir gürültü vardı, çocukların ortalıkta koşuşturduğu, kimsenin kimseyi duymadığı, bir rabarba vardı. Kısacası insanı sağlığından edecek bir ortamdı.
Ortalıktan kaybolan gelin beyaz bir gelinlik içinde, ışıltılı giysiler giymiş dört beş kızla geldi, geçti makamına oturdu. Derken takı merasimi başladı ve damadın annesi gelinini yine altınla bezedi.
Sözün özü her iki aile de kendilerini olduklarından çok daha farklı göstermeye çalışırken tüm ritüeller abartılarak gerçekleştirildi.
Geçenlerde bir AVM de damadın annesiyle karşılaştım “Gençler nasıl?” diye sorunca “Nasıl olsunlar? Ayrıldılar! Oğlan da kız tarafıyla bir olunca gelin tarafının her isteğini yerine getirmeye çalıştık. Ki ısrarla bu istediklerinize gücümüz yetmiyor dememize rağmen gelinin annesi, ‘Ele güne karşı bizi küçük düşürmeyin. Kızımın düğünü bir kere olur. Bir şeyden eksik kalmasını istemiyorum’ deyince biz de her istenileni yapmaya çalıştık. Böyle de olunca, düğün sonrasında, yaptıklarımızın altından kalkamadık. Ödünç aldığımız altınları gelinden istedik. Hatta eş dostun da taktıklarından ver dedik. Böylece huzursuzluk başladı. Bu huzursuzluk yaklaşık bir yıl sürdü. Anlaşamadılar, ayrıldılar. Keşke çocuk da olmasaydı!” Gelin ayrılıp babası gile gittiğinde hamileymiş.
Sadece sevinçte değil üzüntülerimizde de kendimiz olmuyoruz.
Bundan dört beş yıl önce bir arkadaşın yakını vefat etmiş bir grup arkadaşla taziye yerine gitmiştik. Erkek arkadaşlar alt kata bizler de üst kata çıktık. Ben önden gidiyordum. İçeriye girmemizle ağlama sesleri arttı. “Acaba bizlerle gelen arkadaşlardan biri vefat edenin yakını mı? Onu görünce duygulandılar.” diye düşünürken oturabileceğim bir yer için gözlerimi odanın içinde hızla gezdirdim. Neyse oturabilecek bir yer bulabildim, geçip oturdum. Arkadaşlar da gelip yanıma oturdular. Odanın içine göz gezdirirken yaşları birbirine yakın üç dört kadın dikkatimi çekti. Otuz beş kırk yaşlarındalardı. Kısa bir an odada bir sessizlik hakim oldu, az sonra bu dört kadından biri insanın yüreğini dağlayan bir ağıt yaktı, sonra diğer üç kadın da öyle içten ağlamaya başladılar ki insan olup da üzülmemek elde değildi. O an “Her halde bunlar vefat edenin çok yakınıdırlar.” diye düşünürken de “Acaba teyzeleri mi yoksa halaları mı?” diye kendi kendime soruyordum. Nedense bu kadınlar kimdir diye merak ettim.
Oturduğum yer havadar bir yer olduğundan altmış yaşlarında bir kadın geldi, pencerenin önüne gelecek şekilde hemen yanımda oturdu, o an sabırsızlandım, kadının kulağına ağzımı yaklaştırdım, kadına ağlayıp ağıt yakan kadınları gözlerimle göstererek, “Bu kadınlar vefat edenin neyi oluyorlar?” diye sordum. Kadın, “Ağlama ekibi” demez mi? Şaşkınlık içinde bir süre kaldım. Daha sonra kadınları pürdikkat izlemeye başladım.
Çok geçmeden bir grup kadın içeri girdi, ağlama ekibi onları gördüğü gibi ağıt yakıp ağlamaya başladı.
Sevinçte saz ekibi güzel de üzüntüde ağlama ekibi nedir? Böyle şey mi olur? Doğal olmak en güzeli değil mi? Hele hele acıda.
Bu tamamen kendini olduğundan farklı göstermektir.
Kendini olduğundan farklı göstermek hayatı zorlaştırmaktan başka bir şey değildir. Maddi bir külfettir, manevi bir ağırlıktır.
Hayatı kolaylaştırmak varken zorlaştırmak da ne oluyor? Açıkçası bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Kendin olmak özgürlüktür, kolaylıktır, rahatlıktır.
Sağlıkla kalın, kendiniz olun.