Yakın geçmişte kültürümüzde epeyce yer edinen ama şimdi var olmayan köylerde yada mahallelerde evlerinin duvar diplerinde oturan yaşlı insanların, etrafını saranların pür dikkatle dineldikleri o yaşlı amcaların yaptıkları sohbetler çok güzel sohbetlerdi. Aslında her bir sohbet ders niteliğinde olan sohbetlerdi.
Doksanlı yıllarda benimde zaman zaman şahit olduğum sohbetlerdi bu sohbetler.
Ben bir gün yine bu sohbetlerden birine şahitlik ederken ve kendi aralarında konuşan yaşlı amcaları dinlerken, yaşlı amcaların çocukluk ve gençlik dönemlerini anlattıkları dönemler için koyu bir sohbette, Hüzün, özlem ve duygular ile dolu sözlerle, muhtemelen 1950 li yıllarında yaşanan gençlik dönemlerini konuşurlarken, o yılları duygu ve özlem dolu bir şekilde anlattıkları sırada, düşüncelerinde o yıllara gittikleri yüz ifadeleri ve anlatımlarında çok net görülüyordu.
O dönemdeki yoksullukları, imkansızlıkları ve bitmek bilmeyen işi, gücü ve geçim derdinin zorluğunu ağızlarından çıkan kelimeler ile bir bir sıralıyorlardı.
Yaşlı amcalar gençlik yıllarında buğday ekmeğini çok zor bulduklarını, yemek çok zor bulduklarını, bazen yılın önemli bir bölümünde buğday ekmeğini bulamadıklarından dolayı arpa dan yapılan ekmeği yemek zorunda kaldıklarını anlatıyordu.
O dönemde yiyecek ekmeğin çok iyi hesabını yapmak zorunda olduklarını, Buğday ekmeğini bulmanın çok az olduğunu, genellikle arpadan yapılan ekmekle karınlarını doyurduklarını, arpa ekmeğinin yanında bazen zor buldukları soğanı yada sabah yağsız pişirilmiş (yağ olmadığından - yada yağın özel günlere ve misafirlere saklandığından) mercimek çorbası bulduklarında bayram ettiklerini ve çok sevindiklerini hüzünlü bir şekilde ama özlem duyarak ( belki de gençliğine özlem duyuyordu) anlatıyordu amcalar.
Ancak bu zorluklar ile beraber o dönemde uzun kış gecelerinde evi aydınlatacak bir ışık aparatının dahi olmadığını, o dönem için çok az ışık verse de ısınmak ve aydınlık olsun diye evin ortasında bulunan bir salondaki ilkel şömine diyebileceğimiz ( Kürtçe ismi küçık olan) ilkel yapıdaki şöminelerin etrafında toplandıklarını ve şömineden yayılan ateşin aydınlığında oturup sohbet ettiklerini, masal anlatılarını, tekerlemeler söylediklerini ve stranlar okuduklarını anlatırlardı. Buda bazen onların günlük sosyal hayatlarının bir parçasını oluşturuyordu.
Kimi zaman ise özelikle tarımsal faaliyetin ekim döneminin olduğu dönemlerde böyle bir fırsatlarının olmadığını çok yorulduklarını ve uyumaya bile zor fırsat buldukların anlatıyorlardı.
Anlatımın devamında ise Günümüzün gençliğinin ve günümüz şartlarının böyle olmadığını, Şimdiki insanların ve gençliğin rahat bir yaşam anlamında çok şanslı olduklarını, renga renk arabalara bindiklerini, renga renk evlerde yaşadıklarını, kendilerinin o zaman komşu bir ilçeye yada köye kadar gidemediklerini, ama bu günkü gençlerin bütün şehirleri hatta başka ülkeleri rahat gezdiklerini ve çoğu zaman bu şanslarının farkında olmadıklarını, bırakın ekmeğe, yemeğe zor ulaşmayı, apartmanın altındaki bulunan fırından, marketten ekmek ve yiyecek almaktan aciz kaldıklarını, zorluk görmediklerini, zorluğun ne olduğunu çoğu zaman bilmediklerini, aslında bunların, onlara anlatılması gerektiğini, hayatın aslında çok zor olduğunu, bu gün hayat şartları çok kolay olsa bile zorluklar ile karşılaşmayacağımız anlamına gelmeyeceğini anlatıyordu amcalar.( tırnak içerisinde söylüyorum-sohbet arasında araya giren bazı sesler aslında bunların bir kıtlık görmesi gerektiği mırıldanırdı)
Günümüzü düşündüğümüzde aklıma, amcaların sohbetleri geldiğinde ve o günlerde aslında çok anlam veremediğimiz, tamda anlamadığımız yaşlı amcaların sohbetlerde konuştuklarını şimdi daha iyi algılıyorum, evet bu günkü gençlik ve orta yaş insanlar yoksulluğu, açlığı büyük emeklerle sarf edilen zorlu bir yaşamı yaşamadılar.
Geçmişimizi tanımlayarak, gelecekte daha doğru bir yaşam için, emeğin, Üretimin, zamanın değerinin farkında olmak için, günümüzdeki gençliğin aslında bunları bilmesi gerektiğini, geçmişteki zorlukların onlara anlatılması gerektiğini, gençliğin, insanların geleceğini anlaması bakımında bu konuların önem arz ettiğini ve hatta her kesin masal edası ile çocuklarına, dedelerimizin, babalarımızın geçmişteki yaşam koşularını ve zorluklarının anlatması gerektiğini düşünüyorum.
Gelecekte daha dolu, geçmişini geleceği ile daha iyi yoğurabilecek bir nesil yetiştirme dileği ile saygılar ….