Gerek yerel, gerek ulusal ve gerekse uluslararası kamuoyunun baş döndürücü gündemi arasında bir gündem maddesi bulup ele almak o kadar zorlaştı ki mürekkebin kurumadan bir başka değişimle karşı karşıya kalınıyor artık.

Nedense bu baş döndürücü gündem hep Ortadoğu’da yaşanıyor.

Türkiye’nin dış politikasına can veren zat-ı muhteremin birkaç gün önce sarf ettiği o dopdolu “Ben şuan büyük bir savaştayım!..” cümlesini…

O cümlenin içinin ne kadar dolu olduğunu bugün net bir şekilde görüyoruz artık.

Bütün batıyı etkisi altına alan ve parmağında oynatan Ortadoğu’yu kana bulamaya doymayan, Kuran-ı Kerim’de bile adı en fazla taşkınlıklarla, ihanetle zikrolunan, en fazla peygamber katleden kavim olarak anılan katil terör devleti ve yöneticileri İsrail emin olun artık köşeye sıkıştı/sıkışmak üzere!

Terörist İsrail’in Gazze ile başlayan işgali, Lübnan ardından Suriye ve kısmi olarak İran’la devam ediyor.

Peki, burada amaç sadece Gazze, Lübnan, Suriye ve İran mı dersiniz, elbette hayır?

Asıl amaç ve hedef sözde kutsal kitapta yazan Arz-ı Mev’ud yani yine sözde tanrıları tarafından kendilerine vaat edilmiş topraklardır, bu vaat yüzyıllarca dünyaya nizam vermiş Osmanlı’nın devamı ve “Hilafetin son temsilcisi Türkiye’nin de Güneydoğu’sunu Kahramanmaraş’a kadar içine alıyor.

Bunun için de İsrail Gazze, Lübnan, Suriye ve İran üzerinden yavaş yavaş Türkiye’ye komşu olmak için terör estirip Ortadoğu’yu kan gölüne çeviriyor.

Ancaaak.. İsrail, yüzyıllarca dünyaya nizam veren Osmanlı’nın torunlarında bir hesabı olduğunu, Allah’ın da bir hesabının olduğunu unutmuş olmalı!

Her şey, “Ben şuan büyük bir savaştayım” cümlesi ile başladı.

Özellikle Suriye üzerinden Türkiye’ye yaklaşmak isteyen İsrail tabiri caizse mabadını kaldırmadan Suriye’nin sahipleri tıpkı Kudüs fatihi Selahaddin Eyyubi’nin ne zamanki sabah namazına kalkmayan askeri kalmadıysa ve o zaman Kudüs’ü fethi için harekete geçtiyse işte Suriye’nin sahipleri de “bir gece ansızın” sabah namazıyla gerek Esad rejimi ve gerekse sözüm ona Müslüman İran işgali altındaki başta Halep olmak üzere birçok yerleşim yerini aldı.

Dünya devlerinin silah deneme noktasına dönüşen Suriye’deki bir anlık bu değişim karşısında ABD, Rusya olmak üzere sözde dünyayı yöneten hiçbir devletten ses çıkmadı ve neye uğradıklarını şaşırdılar.

Elhamdülillah muhalifler ilerliyor, üstelik savaş meydanlarının gördüğü en etkili stratejiyle yani üzerinden bin yıl geçmesine rağmen hala güncelliğini koruyan o meşhur taktikle, HİLAL TAKTİĞİ ile…

Neydi bu taktik kısaca hatırlayalım; Önce kanatlar açılır, ardından merkezden yapılan bilinçli geri çekilme taktiği ile düşman tuzağa çekilir. Düşman geri çekilen yere çekildiğinde ise kanatlar harekete geçer ve kapanarak içerideki düşmanı etkisiz hale getirir.

Muhalifler Halep’te olduğu gibi bugün de Hama’ya aynı taktikle girdi, Hama’nın en stratejik noktası olan Hama’nın kuzeyinde bulunan Zeynelabidin Dağı’nı ele geçirdi. Üstelik bu dağda bulunan Hazreti Ali’nin torunu olan Ali Bin Zeynelabidin Türbesi’ni de İrana bağlı Şii milislerden alındığı da açıklandı.

Dedik ya tarih tekerrür ediyor; bu tarih sadece Ortadoğu’da tekerrür etmiyor!

Tarih artık Avrupa’da da dünyanın dört bir yanında da tekerrür ediyor!

Kara kıta uyandı yıllardır iliklerine kadar kendilerini sömüren başta Fransa olmak üzere içlerindeki sülükleri söküp atmaya başladı.

Her ne kadar iç muhaliflerimiz, “Afrika’da, Suriye’de, Lübnan’da, Afganistan’da bilmem nerede ne işimiz var?” diyerek konuyu anlamakta güçlük çekse de artık oralarda dünyaya nizam veren Osmanlının torunları yer almaya başladı.

Kara kıtaya artık Türkiye girdi ve üstelik alkışlarla karşılanarak…

Kara kıtadan kovulan ilk ülke Fransa dünden bu yana güvenoyu alamadığı için hükümetin dahi kurulamadığı bir ülke durumuna düştü, üzüldük mü elbette hayır!

Gün oldu devran döndü beyler!

Nedense Fransa’da hükümetin düşmesi beni 1500’lü yıllara götürdü vallahi;

Süleyman Şah’a mektup yazan Fransa’nın Düşes’ine verilen cevap dillere destanlığını koruyor;

Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman Fransa Kralı Birinci Fransuva'nın mektubuna karşılık gönderdiği, "Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi... Sen ki Fransa vilayetinin kralı Fransuva’sın..." diye devam eden meşhur mektubu hatırlayacaksınız belki ama “hafıza-i beşer nisyan ile malumdur” diyerek yeniden paylaşmak istiyorum;

Fransızların "Muhteşem Süleyman" diye adını zikrettikleri Kanuni'nin 1526 yılının ocak ayı sonunda gönderdiği mektup Fransa Ulusal Kütüphanesi'nde saklanıyor.

Alman İmparatoru Şarlken ile 24 Şubat 1525 tarihinde girdiği Pavye Savaşı'nda yenilerek esir düşen Fransa Kralı Fransuva’nın annesi Düşes Dangolen Kanuni Sultan Süleyman’a mektup göndererek yardım talebinde bulunur. Yardım talebine cevaben Kanuni’nin yazdığı mektupta öne çıkan ifadeler ise insanı bugün bile heyecanlandırıyor.

Yakın zamanda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da kürsüden okuduğu mektupta öne çıkan satırlar;

“Ben ki, sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç giydiren, Allah'ın yeryüzündeki gölgesi ve atalarımın fethettiği Akdeniz'in, Karadeniz'in, Rumeli'nin, Anadolu'nun, Karaman'ın, Rum'un , Dulkadiroğluları Vilayeti'nin, Diyarbakır'ın, Kürdistan'ın, Azerbaycan'ın, Acem'in, Şam'ın, Haleb'in, Mısır'ın, Mekke'nin, Medine'nin, Kudüs'ün, bütün Arap memleketlerinin, Yemen'in ve daha nice ülkelerin ki, büyük atalarımın Allah kabirlerini nurlu etsin karşı konulmaz kuvvetleriyle fethettikleri ve benim muhteşemliğimle de ateş saçan mızrağımın ve zafer getiren kılıcımın gücüyle fethettiğim nice memleketlerin sultanı ve padişahı olan Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sulan Süleyman Han'ım.

Sen ki, Fransa vilayetinin kralı olan Françesko'sun...”

Evet; eğer bugün hala dünyanın dört bir yanında hilafetin son temsilcisi olarak Türkiye görünüyorsa yüzyıllarca dünyaya nizam veren atalarının mirasına sahip çıkmaya başlamasından dolayıdır ve bundan dolayıdır ki bugün tarih tekerrür eder oldu.

Bugün yeniden dünyada haritalar çizilecekse buna kayıtsız kalamayız, o yüzden, “Ben şuan büyük bir savaştayım” sözü çok kıymetlidir!..